Nihayetinde, insandır!
Elvan'ın Türkiye formasını olgunlukla karşılamasını bekliyoruz "ilkel" Etiyopyalılar'dan. Böyle bir olgunluk beklentisinin, ancak o olgunluk aşamasına gerçekten varmakla samimi olabileceğini pek düşünmeden. "Doğduğun yer... doyduğun yer" ayrımlarında, aidiyet biçimlerine dair değerlendirmelerimizde gerçekten "profesyonelleştik" mi yoksa? Kendimizi, "kansızlık" külliyatımızı, "ihanet" saplantılarımızı gerçekten aştık mı? Diyelim ki olgunlaştık, aştık. Doğduğu anda, kendini, milliyet, din, kültür gibi bağımlılıkların ve bağlılıkların içinde bulan bir insan, sonradan, bunların karşısındaki tüm bağımsızlık pratiklerine rağmen kopabilir mi?
*** Elvan, ki aynı zamanda "Abeylegesse"dir, Türkiye formasıyla koştuğu için, tarihimizde bir ilkten bir başka ilk olabilecek olimpiyat madalyasına yakın durduğu için, hep birlikte peşinden koşuyoruz. Acaba o ne hissediyordu? Üç Etiyopyalı rakibinin arasında, o ülkenin bir çocuğu mu?.. Sırtındaki formaya yapışmış 70 milyon gibi Türk mü?.. Sadece olimpiyat madalyası isteyen, formasının rengini önemsemeyen bir atlet mi? Sporda; teknik, taktik, yetenek, çalışma gibi bir sürü faktörün yanında, hep "moral motivasyon"dan bahsedilir. Kendisine hain gözüyle bakabilen ülkesinin, kendisi gibi, kavruk çocukların arasından doğal yetenekleriyle çıkmış üç atleti arasında, Elvan'ın morali ne kadar "Türklük"ten güç alıyor, ne kadar "Etiyopyalılık"la sarsılıyordu, kim bilir?
*** "Arkasında" belki 70 milyon vardı ama, "yanında" başka bir Türk olmadan, bu ülke o finale bir ikinci atletini daha koyamadan, kökeninin üç vatandaşı arasında ne hissetmişti? Yarışın kader anlarında, yani normalin altında bir tempoyla koşulurken, sonra kendisi atak yapıp öne çıkarken, derken ilk Etiyopyalı'ya yakalanıp geçildiğinde adeta boş vererek yarışı bırakırken, sadece teknik, taktik mi söz konusuydu? Bize bu meselenin çözümü olarak, "artık doğal" denerek, "doyduğun yer"in, sırtına formasını geçirdiğin ülkenin, "kendi ülken" sayılacağı, bunun sıradan bir şey haline geldiği söyleniyor. Ve aslında, çoğumuz, buna zihnen, yürekten hiç hazır olmadığımız halde, bu denli basit ve olağan olmasını bekliyoruz. "Kendi ülkesi"ni unutarak, doğduğu yeri hiç umursamadan, kuş gibi uçulmasını, tazı gibi koşulmasını... Saniyelerin, saliselerin hayati olduğu bir yarışta, bilmem kaçıncı metredeki bir anlık düşüncenin, tereddüdün, duraksamanın, ruh sarsıntısının ayaklara dolanabileceğine ihtimal vermek istemiyoruz. Bir insandan çok bir makine... Sadece "bize ait" saydığımız bir makine... Sanki ruh dünyasındaki tek manevi mesele, giydiği forma ile o formadan madalya bekleyen 70 milyon Türk imiş gibi tık tık işlemesini beklediğimiz bir makine. Kim bilir, belki de "Türk gibi" koşarken, "Etiyopyalı olarak" darmadağın olmuştur "makine". Nihayetinde bir insandır!
|