| |
Yaman Ağabey'in yaman sevdalısı
Yaşım henüz 17 o zamanlar. Pertevniyal Lisesi'nin tekmil idarecileri hakkımda "fena" konuşuyor ve "okuldan sepetlesek pek iyi ederiz bu veledi" şeklindeki mütalaalarını kurul kararına dönüştürüyorlar. Derslerimde hiç de kötü olmayışıma rağmen iflahsız afacanlıkların, disiplini şallak mallak edici tavırların öznesiyim çünkü. Müdürün akvaryumundaki balıkları güya özgür kılmak için gizlice çalıp, Yenikapı'dan denize bırakmak eylemim çakılıyor ve bardağı taşıran son damlam oluyor. Sonuç mu?.. Hâlâ mı soruyorsunuz? "Şuuut!.." Allah'tan Türkan teyzem Milli Eğitim'in hem de orta öğrenim bölümünde sevilip sayılan bir memur da, o yüzden bitmiyor okul hayatım. Tasdiknamem kolumun altına verilip, az ötedeki Bilir Kolej'e postalanıyorum. Koca okuldan gelip küçümen bir binaya ve dar kadrolu öğrenci kardeşler arasına kaynak olmak karizmamı epey törpülüyor ama kafa dengi hergelelerden oluşmuş bir eküriyi kurmamız da çok sürmüyor.
Feryat figân Bir gün son dersten erken kışkışlıyor beden hocası. Giyinip sokaklara fırlamak için telaşımız büyük. Aniden bir gümbürtü kopuyor aşağılardan. Bağırtı çağırtılar, çığlıklara, düşüp parçalanan bir şeylerin çıkardığı kocaman seslerin korosuna karışıyor. Anında orada bitiyoruz ki ne görelim; bina girişinin hemen önündeki geniş sahanlıkta 20'li yaşlarda sivil iki abi filmlerdeki gibi dövüşmekte. İkisi de boylu boslu ve sağlam dövüşçü. Etrafta bazı bayan hocalarımız var, onlar da hiçbir şey yapamamanın çaresizliğinde feryat figân edebiliyorlar ancak. Bağrışmalarından anladığımız kadarıyla bizim tanımadığımız bu ağabeyleri onlar gayet iyi tanıyor ve ikide bir "Yapma Sedat, vurma Yaman oğlum, kıymayın birbirinize arkadaşsınız siz" yalvarmaları içindeler. Sonra erkek hocalar filan koşuyor, ayırıyor bu delikanlıları. Sedat olanını dış bahçeye, Yaman olanını da hemen oradaki boş bir sınıfa sokup sakinleştiriyorlar. Olayın kahramanlarının kim olduğunu hademe Ömer açıklıyor çaktırmadan. Biri kolej sahibinin oğlu ve okulun son dönem mezunlarından Sedat Bilir, diğeri ise yine mezun ağabeylerden Yaman Okay.
Palazlanan dostluk Mektep binasının karşısında eczane var. Oradan gidip pamuk, tentürdiyot filan alıp geliyor bir kız arkadaşımız. Kanayan kaşına dokunmaya kimsenin eli gitmediğinden acemi sıhhiyecilik üstüme kalıyor ve ben temizliyorum Yaman Ağabey'in kaşını gözünü. Orada o gün temeli atılan bu abi kardeşlik yıl içinde bize tiyatro hocalığı yapması ve tesadüfen onun yetiştiği Bakırköy semtine taşınmamızla iyice palazlanıyor. Aradan yıllar geçiyor. O kadar çok şey, o kadar çok ilişki değişiyor, ama Yaman Ağabey'le hep kesişen yolların itici gücü dostluğumuzu her merhalede daha da katlayıp büyütüyor. Ben kendi halinde genç bir gazeteci, o ise önce AST'ın (Ankara Sanat Tiyatrosu), sonra da önemli filmlerin ve etkinliklerin sayılıp sevilen aktörü ve adamı olmuş çoktan. Sonra hem folklorculuktan hem de kardeş gazetelerdeki haber ve söyleşilerinden tanıyıp merhabalaştığımız Meral'le sıkı bir aşk yaşıyor Yaman Ağabey. Evlendiklerinde ise oğlan bizim kız bizim, abi ve yenge bizim durumu hasıl oluyor ohhh!..
'İstanbul Şahidimdir' Ve bir gün bir dağ yıkılıyor sanki yüreklerimizde. Bütün zamanların en sıkı adamlarından, en kuvvetli oyuncularından biri olan Yaman Ağabey bir dağ gibi yıkılıyor içimizin yangın ormanlarına. Allah'ın belası bir hastalık onu koparıp alıyor yaşamdan... İçinde sevda mayalanmış koca yüreğini vakarla taşıyan o genç kadın, o Meral Okay ise yiten eşinin ardından; "Bir ölüye âşık olarak yaşıyor" bunca zamanı... Arayı atlıyor ve bugüne getiriyorum zaman makinemi. Dünün evveli günün Adana'sına getiriyor, park ediyorum. Bu Toprağın Sesi'ni arayan kadronun koordinatörü olarak Adana'ya gelmiş Meral de. Bir yandan en güzel türkü söyleyen gençleri seçecekler, bir yandan da o çıkıp dolaşıp, mekân bakacak tek başına. Çünkü bir batında doğurduğu Asmalı Konak masalının ardından, bu kez de omurgası daha da bir sağlam hikâyeyi imar etmiş. Yakında bu muhteşem öykü de atv ekranından; "Merhaba. İstanbul Şahidimdir ey ahali" diyecekmiş. İşi bilenlerin söylediğine göre bu yeni macera beter girecekmiş damarlarımıza...
Tanıklık İnsan insanı ya seyahatte ya mahpusta ya da içki sofrasında tanır derler ya, işte ben de güya yakın tanıdığım Meral Okay'ı bu kez gezinti es nasında ve essahından tanıyabildim. Üretken, didişken, güleç, rafine, düz, mert ve çok sağlam bir kızmış ki, bu kadarını ummazdım, yalan yok. Seçmelere gelen yüzlerce genç arasında bazı bazı daha ağzını açıp "a" demeden hiçbir şey edemeyeceği belli olan. Bazısı süklüm, bazısı büklüm, bazısı ezik, yenik, kavruk, mahcup ya da tam aksi bitirim, lümpen, isyankâr olanlarına bile hep sevgili hep ilgili hep zarif davrandı. Bırakın ağır lafı, köteği bile hak eden birkaç kerataya ise ödünsüz ama aynı zamanda anaç ve yumuşacık öyle tepkiler verdi ki, yerin dibine soktu, çıkartıp yola getirdi o haylazları. Dile gelmez, tarifi yetmez hallerine göz ve gönül şahidi oldum ama, sığmaz ki şimdi buralara. Bir gün şöyle kocaman bir tanıklık kitabı yazarsam kim bilir kaç sayfa dolusu anlatırım Meral Okay'ı. Yani İstanbul neye şahit olacak, dizi başlayınca göreceğiz, ama ben senin dev anası yüreğinin gönüllü tanığıyım Meralim...
|