| |
Sinema hakkında yazmak için her filmi izlemek şart mı?
Atilla Dorsay'ın dün bizim gazetenin ilavesinde çıkan yazısını okudunuz mu? Sinemayı sevdiği için kalem oynatan köşe yazarlarına değinmiş. Herkesi övmüş, beni yermiş. Peki... İşte cevabım:
Önce etik meselesi Etik neyi gerektirir? Önce eleştireceğiniz kişinin görüşlerini, üç beş cümleyle de olsa, kısa ama doğru bir biçimde okura sunmayı. Ardından da eleştiri faslına geçmeyi... Ama ne yazık ki birçok deneyimli yazar bu basit ilkeyi uygulamaktan kaçınıyor. Dorsay da onlara dahil oldu. İşte Dorsay'ın cümlesi: "Emre Aköz, 'Ben yıllardır sinemaya gitmiyorum' itirafında bulunup üç gün sonra bir filmi beğenmediğini yazarsa, kimse bunu ciddiye almaz." Peki ben ne demişim: "Film izlemeyi severim. Ancak son yıllarda sinemaya pek gitmiyorum. Çünkü onca film izledikten, sürüyle kitap okuduktan sonra 'Aaa, ben bunu biliyorum' hissi ve de fikri iyice baskın çıktı. Hele Amerikan filmleri!.. Farklı olanı, değişik bir öykü ya da anlatıma sahip olanı ne kadar az." (5 Nisan 2004) Yukarıdaki paragrafın ikinci cümlesinde yer alan 'pek' kelimesi ne anlama geliyor? 'Sık sık, düzenli olarak' örneğin 'her hafta' demek değil mi? Üstelik daha ilk cümlede film izlemeyi severim demişken... Nasıl olur da Dorsay böyle bir tahrifat yapar; anlamak zor! (Ara notu: Bu yetmiyormuş gibi ilaveyi hazırlayan arkadaşlar da, tabii ki Dorsay'a güvenerek, benim fotoğrafımın altına, 'Emre Aköz yıllarca sinemaya gitmediğini dürüstçe itiraf ediyor' diye yazmışlar. Ne diyeyim! Kılavuz-karga meselesi.)
Bazısı çiçek, bazısı sinek Efendim Dorsay'a göre, sinema çiçek gibiymiş, devamlı sulanması gerekirmiş. (Yani bol bol sinemaya gitmek şartmış.) 'Çiçek' güzel bir metafor (mecaz, istiare). Ama yersiz. Çünkü olayımıza uymuyor. Eğer ben, örneğin, 'Sinemada yeni eğilimler' gibi bir konuda yazsam... Eh, o zaman Dorsay şöyle diyebilir: "Kardeşim yeni eğilimleri nereden biliyorsun, sen sık sık sinemaya gitmiyorsun ki..." İyi de ben ne yapmışım: İzlediğim 'bir' filmi yazmışım. İzin verin de, örneğin, bir aktörün iyi rol yapıp yapmadığını... Senaryonun tutarlı olup olmadığını filan bileyim. Bugüne kadar yüzlerce film izlemek... Sosyoloji, psikoloji, tarih, siyaset üzerine binlerce kitap ve makale okumuş olmak... Ve onlara ek olarak: Parasını verip, bir 'tüketici-seyirci' konumuyla sinemaya gitmek.... Bütün bunlar bir film hakkında yazabilmeye yetmiyorsa... O zaman pes! Dorsay söylesin bize nasıl bir 'seyirci-eleştirmen-yorumcu' istediğini de, bulalım bir yerlerden. Unutmadan sorayım: 'Bir' kitap hakkında yazmak için, çıkan her kitabı okumak ya da 'bir' şarabı değerlendirmek için, önce tüm içkileri tatmak mı gerekir?
Bakış açısı önemli Özetle: Sinema çiçek miçek değildir. Bana 'parayla' satılan bir 'kültür ürünü'nü izliyorum ve bu ürün hakkında yazıyorum. Benim bir 'bakış açım' var. İzlediğim (film), okuduğum (kitap), tükettiğim (yemek), maruz kaldığım (propaganda), dinlediğim (müzik), şahit olduğum (olaylar), yaşadığım (ilişkiler) her şeye o bakış açısını uygularım. Ve sonucunu, sebepleriyle birlikte burada yazarım. Beğenmezseniz, canınız sağolsun. Son olarak: Çok şükür bugüne kadar üzerine kalem oynattığım bir filmin, ne adını yazmayı unuttum (ki Dorsay'ın göklere çıkardığı 'sinema dostu' köşe yazarları arasında bunu dahi yapan oldu)... Ne de 'çağdaş bir peri masalı' gibi klişelere başvurdum. Hele hele salon sahibi kankama, film ithalatçısı ahbabıma, yönetmen arkadaşıma ya da kirpiklerine bayıldığım aktriste kıyak çekmek gibi bir derdim hiç olmadı; olmayacak!
|