Dünyayı ne yönetiyor?
Dünyayı siyaset değil ekonomi yönetiyor' ya da 'artık çağımızda siyaset ekonomiye değil, ekonomi siyasete yön veriyor' gibi cümleler olur olmaz her yerde kullanılıyor. Bu cümlelerin arkasında nasıl bir 'güç oyunu' saklandığı, bu cümlelerin işaret ettiği zihniyet durumunun kimin işine yaradığı çok irdelenmiyor. Bu zihniyet durumunun yaygınlaşmasının birtakım güçlülerin gücüne güç katacağı açık. Ama bu güçlüler karşısında varlığını ya da eldeki bir miktar gücünü korumaya çalışanlar için aynı şey söylenemez.
*** Dünyayı siyasetin değil ekonominin yönettiği tezi aslında bir başka açıdan siyasi bir tezdir. Hem de 'kökten-siyasi' bir tez... Neo-liberal politikaların ve yeni sağ zihniyetin bir tezidir bu. Neo-liberal politikaların 'değere ve fikire dayanan siyaset' biçimleriyle ciddi çatışması var. İdeolojiyi reddetmek adına fikire dayanan siyaseti zayıflatma çabası bu. İdeolojik fanatizmin, siyasi alana, özgürlüklere ve demokrasinin gücüne verdiği zararlar işaret edilerek'fikir siyaseti'ne karşı bir mücadele yürütülüyor. Bu mücadelenin işaret fişekleri ise artık ekonominin siyasete yön verdiği ya da vermesi gerektiği iddiasında gizleniyor.
*** Kuşkusuz ekonomik değer üretmek insanın yeryüzündeki serüveninin en önemli ve anlamlı parçalarından biri. Ekonomik değerle desteklenmeyen siyaset biçimlerinin ayakta kalabilmesi mümkün değil. Artık halkın kendi geleceğine dair söz söyleme ve karar verme hakkı anlamına gelen siyasetin, halkın refahını dışlaması sözkonusu bile olmaz. Diktatörlüklerin halkın refahını hiçe sayan tutumları vardır, ama bir yerde demokratik bir düzenden bahsediyorsak, orada halkın refahı siyasetin en önemli gündemlerinden biridir. Herhangi bir siyasi tutumun meşruiyet kurabilmesi için, 'adalet', 'güvenlik' ve 'refah' üretmesi zorunludur. Fakat diğerleri için geçerli olduğu gibi, refah üretmek de siyaset alanının bir parçasıdır, siyaset-üstü bir konuma yerleştirilemez ve siyaset dışına çıkarılmaz.
*** Dünyayı neyin yönettiği konusunda bir kafa karışıklığı ortaya çıkarsa, zengin ama kaos içinde bir dünya tablosu ile karşı karşıya kalınır. Siyaset dışına çıkarılan herşey, gün gelir ağır bir kriz şeklinde siyasi sistemi vurur. Kuşkusuz adalet, güvenlik ve refah üretimi gibi konuların gündelik siyasetin reflekslerinden ve müdahalelerinden uzak olması esastır. Fakat bu küçük harfle siyaseti işaret eder. Büyük harfle siyaset ise başka birşeydir. Bu, bütün alanlara yön veren büyük stratejinin adıdır. Bu denge doğru kurulamadığı zaman krizler kaçınılmaz olur.
*** Son olarak petrol fiyatlarının yükselmesi ile ortaya çıkan riskleri bu açıdan okumak lazım. Ekonomik sistem ne kadar güçlü olursa olsun, petrol fiyatları bunu sarsıcı bir etki yaratabiliyor. Ve, işin arkasındaki dalga tamamen siyasidir. ABD'nin Irak'a müdahale sonrası uyguladığı politikaların kaos doğurması ve bunun petrol piyasasında istikrarsızlığı tetiklemesi... Rusya'nın dünya petrol üretiminde yüzde 2'lik payı olan Yukos'un üretim tesislerine vergi borcu gerekçesiyle el koyması... ABD'nin Venezüella'ya dolaylı müdahale biçimi yüzünden Chavez ile karşı karşıya gelmesi ve böylece dünya petrol üretiminde en büyük beşinci petrol üreticisi olan Venezüella'nın iç siyasette içine girdiği kriz... Tüm bunlar karşısında OPEC'in üretim kapasitesinde yeni bir ayarlamaya gidilemeyeceği yönündeki açıklamaları... Bu tablo ekonomik dengelerin siyasi krizler yüzünden ne kadar kırılgan bir noktaya kolayca gelebileceğini gösteriyor. Uluslararası sistemin zaten kırılgan olan bünyesinin Irak savaşı ile iyice kırılganlaşması daha pekçok kriz dalgasını besleyecektir. Bunlar karşısında hazırlıklı olmak, uluslararası siyasetin kodlarını ve sistemin işleyişini yenilemekten geçiyor. Aksi halde 'dünyayı siyaset değil ekonomi yönetiyor' iddiası, tek yönetenin 'kriz' olduğu bir sistemin sloganı olarak geleceğe damgasını vuracak.
|