| |
Can yakan reform
Wir sind das Volk... Türkçesi: "Biz halkız." 1989'da Doğu Almanya'daki rejim muhaliflerinin her pazartesi bu sloganla yaptıkları protesto gösterileri Berlin Duvarı'nı yıktı. 15 yıl sonra Almanya'da kitleler yine bu sloganla yollara döküldü. Yine her pazartesi. Ve her hafta daha kalabalık. Bir ay önce 36 kentte yapılan gösteriler dün 140 kente yayıldı. Elbette Başbakan Gerhard Schröder protesto ediliyor. Ama ondan da çok yuhalanan biri var: Peter Hartz. Hartz, Volkswagen grubunun insan kaynakları müdürü. Schröder, görüşlerine çok değer verdiği bu dostundan sosyal güvenlik sistemini düzeltmek için bir çalışma yapmasını istedi. O da yaptı. Ve hükümet onun adını taşıyan 4 yasa çıkardı: Hartz 1, Hartz 2, Hartz 3, Hartz 4! 2003'te yürürlüğe giren ilk iki yasa yarım gün çalışmayı, daha az prim ve vergi ödeyecek mini işyerleri açılmasını, özel iş bulma şirketleri kurulmasını özendiriyor. 2005'te hayata geçecek diğer iki yasa ise işsizlik yardımı ile sosyal yardımı birleştiriyor, bulunan işi beğenmeyene yardımı azaltıyor, yardımda yeni ölçüler getiriyor: Konutun büyüklüğü, arabanın modeli ve yaşı, ailenin birikimi gibi.... Pazartesi göstericileri bu önlemlerin işsizleri düşük ücretle çalışmaya, işverenleri de yüksek ücretlileri çıkarıp daha az gelire razı olanları istihdam etmeye yönelteceğini öne sürerek, yasaların ya değiştirilmesini ya da rafa kaldırılmasını istiyor. Schröder ise "Gündem 2010" adını verdiği devleti yeniden yapılandırma programının bel kemiğini oluşturan sosyal reformlardan geri adım atmamaya kararlı. Zaten istese de atamaz. Çünkü deniz bitti. 1990'larda 18 milyonluk Doğu Almanya'nın getirdiği yükün, ardından küreselleşmenin çifte darbesinin (Bir yandan Uzakdoğu'nun düşük maliyetli üretimiyle rekabet edilememesi, diğer yandan Alman şirketlerinin yatırımlarını işçiliğin ucuz, vergilerin düşük olduğu ülkelere kaydırmaları) bedeli ağır oldu: Devlet gelirleri azaldı, bütçe açıkları büyüdü. Buna işsiz sayısındaki artışın sosyal yardımlara bindirdiği yükü ekleyin... Sonuç: Reform kaçınılmaz oldu. Bu da sosyal devlete veda anlamına geliyor.
Sıcak bir sonbahar Aynı sorun İtalya'nın başında. Başbakan Silvio Berlusconi, gelecek ay parlamentoya getireceği sosyal güvenlik reformunun koparacağı kıyameti düşünüyor kara kara. Aynı sorun Fransa'nın başında. Hükümet çalışma süresini uzatarak, primleri artırarak sistemi kurtarmaya çalışıyor. Ve aynı sorun sonbaharda bizim de gündemimize girecek. Çünkü IMF, yeni stand-by için sıraladığı koşulların başına en büyük "kara delik" haline gelen sosyal güvenlik sisteminde reformu koydu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da çalışmalarını tamamlamak üzere. Altını çizmekte fayda var: Batı'daki kriz, nüfusun yaşlanması, yaşam süresinin uzaması, doğum oranının düşmesi gibi zenginliğin getirdiği nedenlerden kaynaklanıyor. Nüfusu genç Türkiye'de ise sistem yanlış, hatta popülist politikaların kurbanı oldu: Erken yaşta emeklilik, aktüaryal dengelerin bir yana itilmesi, aflarla prim ödenmemesinin adeta özendirilmesi... Bu politikaların bedelini bir örnekle özetleyelim: SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'nın finansman açığını kapatmak için 1999'da bütçeden 2.9 katrilyon lira aktarılmıştı. Bu rakam geçen yıl 14 katrilyon liraya çıktı. Bu yıl 19 katrilyona yaklaşacak. Kısacası ya Türkiye kara deliği kapatacak ya da kara delik Türkiye'yi yutacak...
|