Danssız cazibe
(Ya da bir olimpiyat hatırası...).
Tam yirmi yıl önceydi TRT kafilesiyle birlikte, 1984 Olimpiyat oyunları için gittiğimiz Los Angeles'ta, otelde bizi ilk karşılayan, telefonlarımıza ASALA'dan bırakılmış içi boş "tehdit" mesajlarıydı. Ancak bu tatsız "hoşgeldin" karşılaması; sonraki günlerde "olimpiyat heyecanı"nı yaşamamızı hiçbir şekilde engelleyememişti. Bir yayıncı olarak izlediğim bu ilk olimpiyat; haberciliğin başka alanlarında yol almaya çalışırken ne müthiş ve sürükleyici bir serüveni kaçırdığımı anlatacaktı her aşamasında... Kafileye katılmamı, o yıllarda TRT Spor Haberleri Müdürü olan Baki Şehirlioğlu istemişti. Oyunlar boyunca EBU ile koordinasyonu yürütecektim. Baki ile birlikte hepsi hepsi yedi kişiden oluşan kafilenin "spor dışı" sekizinci adamı olmuştum. "Az"dık ama "öz"dük! TRT'deki masalarımızda emektar daktilolarımızın başından kalkıp gelen bizler, yayın odamıza yerleştirilen "ekranlar" sayesinde, bilgisayar denen aygıtla, ilk kez Los Angeles olimpiyatlarında tanışmıştık. Los Angeles güneşli, olimpiyat köyü cıvıl cıvıldı. Sporcularımız beklenen başarıyı gösterememişti ama; bizim yayınlarımız açısından her şey "harikulade" gidiyordu. Ama... Bir gün... Oyunların sonuna doğru bir gün, yayın çizelgemizi incelerken... Baki Şehirlioğlu başını kaldırdı. "Şuna bak!" dedi... Baktım.. "Bu akşama Ritmik Cimnastik yayını koymuşuz. Ama anlatacak adamımız yok. Herkesin işi var... Nasıl atladık bunu?" Ve gözünü bana dikti... "Aklından bile geçirme!" diyecektim ki... Diyemedim... Başka çaremiz yoktu... "Yalnız" dedim "Bir sorun var, ritmik cimnastiğe dair bir kelime bile bilmiyorum!" Baki, o her zamanki "kendine güvenen insanların rahatlığı"yla noktayı koydu: "Anlatırsın, anlatırsın!" O yıllarda -ve bu yıllarda da- Türkiye'nin en iyi ve en usta "olimpik yayıncısı" olan Kenan Onuk'a danıştım. "Vallahi her şeyi sor, bunu sorma!" dedi. Haklıydı. Ritmik cimnastik ilk kez o yıl olimpiyatlara alınmıştı. Kimse fazla bir şey bilmiyordu kurallara dair... Çaresiz, salonun yolunu tuttum.. TRT'ye ayrılan kabine yerleştim. Müthiş heyecan vericiydi. Nasıl olmasın!.. Tek kanallı TRT'de milyonlarca izleyici biraz sonra bizi izleyecek, benim anlatacaklarıma kulak verecekti. İyi de ben nasıl becerecektim bu işi? Sağa sola bakınırken, yanımdaki kabinde; beyaz, bembeyaz saçlı bir adam dikkatimi çekti... Önünde bir sürü notlar vardı. İsviçre televizyonunun yayıncısıydı. Cesaretimi toplayıp yanına yaklaştım. Derdimi anlattım. Konuşmaya başlayınca, bir spor yayıncısıyla değil, bir "bilge"yle karşı karşı olduğumu anlamıştım. "Boş ver bu notlara... Boş ver kurallara!" Ve devam etti: "Ritmik cimnastik danssız cazibedir! Hayat gibi!" "Müzik başlar ve müziğin ritmine uyarak dansa benzemeyen bir dans icra edilir. Yapanı da, seyredeni de cezbeden budur. Onun için adı danssız cazibedir. Onlar hissettiklerini yaparlar. Sen de hissettiklerini anlat! İzleyici de hissettiğini görsün... Hayat gibi.. Biz hissettiğimizi yaparız... Seyredenler, bizde hissettiklerini görürler... Hayat budur..." Yerime geçtim... Kurallarını hiç bilmediğim bir konuda hayatımın en kolay "oyun"unu anlattım. Öyle olmuyor muydu? Her sabah yeni bir güne uyandığımızda, kurallarını bilmediğimiz "yeni bir hayat" bizi bekliyordu... Ve... Oynuyorduk... Dışarıdan görenlerin anlattıkları, bizim yaşadıklarımız değildi gerçekte... Bir tür danssız cazibe!
|