|
Kadınların beden ve ruhlarına dönük kamera
|
|
Cuma günü gösterime giren "Romans-2/ Cehennemin Anatomisi"nin yönetmeni Catherine Breillat, filmlerinde kadın olmanın binbir halini işleyen sıradışı bir isim
Catherine Breillat, cuma gününden itibaren sinemalarımıza gelen son filmi "Romans-2/ Cehennemin Anatomisi" yle yine kendinden söz ettirecek. Kimileri ifrit olacak, filmden nefret edecek, hatta yarısında çıkacak. Kimileriyse bir kadının kadın bedenine bu acımasız, insafsız, son derece açıksözlü ve de açık bakışını belki yürekli bulacak, onaylayacak. Ama bu küçük filmin kimseyi incitmeden geçip gitmesi düşünülemez bile... Catherine bunu hep yapıyor. İlk filmlerinden beri kadının erkek karşısındaki zayıflık ve de gücünü oluşturan cinselliğine, bedenine eğiliyor, kadın olmanın binbir halini işliyor. Erkekleri sürekli aşağılayan feministlerden değil o... İcabında kadını da kamerasının acımasız hedefi haline getirebiliyor. Catherine'le birkaç kez karşılaştık. Önce jüri görevi için yıllar önce geldiği İstanbul'da... Sonra, birkaç yıl önce Viyana'nın kanalizasyonlarında!..
Evet, yanlış okumadınız. Viyana Festivali'ne gitmiştim ve bu kentin turistik programında, ünlü "Üçüncü Adam" filminin bir bölümünün çekildiği ünlü kanalizasyonları gezmek de vardı!... O gezi sırasında onunla karşılaşıp sohbet etmiştik. Bana İstanbul'u ne denli sevdiğini ve ilk fırsatta gelmek istediğini söylemişti. Nitekim Özen Film onu "Romans- 2"nin galasına çağırdı. O da çok istediğini ama yeni filmi dolayısıyla gelemeyeceğini söyledi. Bu kez, son Cannes Festivali'nde karşılaştık. Nedeni de ilginçti: Catherine, Fransa'nın ünlü kültür ve sanat radyosu, bir devlet kurumu olan Radio France Culture'ün birkaç yıldır verdiği saygın Yılın Sinemacıları ödülünün jürisindeydi. Ve jüri bu yıl Jacques Doillon'u en iyi Fransız, Nuri Bilge Ceylan'ı da en iyi yabancı yönetmen seçmişti. Cannes'ın ünlü Hotel Majestic'inde yapılan törende konuştuğum Catherine, bana Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasını çok sevdiğini ve ödülün ona oybirliğiyle verildiğini söyledi.
"Romans-2"yi o sırada henüz görmemiştim. Bu nedenle konuşmamız bu film üzerine olmadı, daha genel oldu. Filmleri özyaşamsal mıydı? "Özellikle değil. Hiçbir filmimde kendimden söz ettiğim duygusuna kapılmadım. Ama bizden çok uzak, hatta erkek bir kahramanda bile kendimden birşeyler olması doğaldır". Bunu söylemesi önemliydi, çünkü o aynı zamanda yazardı. Tüm filmlerini kendisi yazdığı gibi, "Romans-2"yi de kendi romanı olan "Le Pornocrate"dan sinemaya uyarlamıştı.
İSTANBUL'A GELECEK Onun en sevdiğim filmi, "A Ma Soeur- Kız Kardeşime". (İngilizce konuşulan ülkelerde "Fat Girl-Şişman Kız" diye oynadı). Bu filmdeki son derece zıt kardeşler aklıma bir soru getirdi, yanıtı da şöyle oldu: "Evet, benim de kızkardeşim vardı. Ve aramız da çok iyi değildi. Ona 'zorunlu iyi arkadaşım' derdim". Bize gelmeyen bu çok ilginç filmin ay sonundan itibaren Digiturk'te gösterileceğini de duyurmuş olayım. Niçin tüm filmleri cinsellik üzerineydi? Niye bu konuya bu kadar takmıştı? "Cinsellikle özel bir alıp-veremediğim yok. Ama kimliklerimizin oluşmasında ve yaşanmasında çok önemli bir alan olduğuna inanıyorum. Aslında cinselliği içinde yaşadığımız toplumlar sorunlu hale getiriyor. Hatta cezalandırıyor.
Cinsellik geleneklere, hatta yasalara karşıt biçimde yaşanmak zorunda kalınıyor, bu da onu asi ve isyankar kılıyor. Kadınların cinselliği ise çok daha zor. Aslında kadın daha çabuk olgunlaştığı halde, bu cinsellik ona tanınmıyor, hep erkeğinkinin ardında kalıyor. Genç kızlar hep suçluluk duygusuyla yetiştiriliyor. Ve elbette onurumuzun güvencesi de erkek oluyor." Breillat kendisini 'gerçekçi' bir yönetmen olarak görmüyor: "-Özellikle "Romans"dan başlayarak klasik anlamda gerçekçiliğe karşı çıktım. Hep onu arar ve çoğu zaman saf gerçeğin hiç de ilginç olmadığını keşfederiz. Artık hayal gücüne daha büyük bir yer ayırmamız gerektiğine inanıyorum. Sanatın asıl doğası budur, bu olmalıdır". Filmlerindeki oyunculardan özellikle cinsel performanslar bekleyen ve alan sanatçı, acaba bu yüzleri nasıl seçiyor? "Ünlülerle çalışmıyorum. Beni yeni ve değişik yüzler ilgilendiriyor. Son filmlerimde birindeki kızı bir MacDonalds'da keşfettim örneğin..."
Catherine Breillat, aslında tipik Fransız bir geleneğe bağlı olarak film çekiyor. Yani, Eric Rohmer'den Jacques Doillon'a, François Truffaut'dan Benoit Jacquot'ya çok Fransızın yapageldiği gibi, kadın-erkek ilişkileri ve de bunlar üzerine bol diyaloglar... Ama o, bu geleneksel türün odağına cinselliği yerleştiriyor. Yani çok kimsenin aklından geçirip yapmadığı, yapamadığı şeyi yapıyor. Filmleri her zaman iyi olmasa da hep ilginç ve cesur. Belki onu yakında yeniden aramızda görürüz. Çünkü, anladığım kadarıyla onu buraya bağlayan, yalnızca İstanbul'un başdöndürücü güzellikleri değil!..
|