Perdeli gözlerle ne kadar eminiz her şeyden!
Deniz piyadesi Çavuş Jimmy Massey 12 yıldır ABD ordusunda görevliydi. Irak işgaline katıldı ve yıl başında istifa etti. Birkaç gün önce, "Sacramento Bee" gazetesinden Paul Rockwell'e içini döktü. Kendi deyişiyle, bunu yapması gerekiyordu ve bu "terapi" iyi gelmişti. Misket bombaları, seyreltilmiş uranyum görmüş, sivillere ateş açmış, istihbaratın "bomba yüklü" dediği araçtaki silahsız Iraklılar'ın öldürülmesine katılmış, açtıkları ateşle ölen çocukların arasında, kopuk baca- ğıyla kaçmaya çalışanın karşısında şoka girmiş, üstlerine "Bu yanlış" demiş... Dayanamamıştı.
İşgalden önceki düşünceniz nasıl dı? "Her asker gibi. Başkan bize, onlarda kitle imha silahı bulunduğunu, Saddam'ın hür dünyayı tehdit ettiğini, bize her yerde ulaşıp vurabileceklerini söylemişti." Sizi ne değiştirdi? "Sivillere yaptıklarımız." Irak'la ilgili söylenenlerin kanıtlanmaması askerleri etkiliyor mu? "Tabii. Ben, hükümetim için masum insanlar öldürdüm. Neden? Ne yaptım ben? Bunun sonucunda ortaya çıkan iyi nedir? Hükümetimizin elinde bir nevi şeytan haline geldik. Adeta soykırım yaptık. Bundan utanıyorum."
Körleştirme, görmeyenlerin bile güçlü hissiyat geliştirebileceği riskine karşı, birkaç koldan yürür. Doğduğunuz andan itibaren, inanç yahut inanç haline getirilmiş milliyet, devlet, şanlı tarih ve düşmanlar ile var olan sistemin ve üstümüze yıktığı sorumlulukların kulu olmak üzere yükleniriz. Bir ömür, genellikle, katarakt inmiş gözlerle, kötürümleşmiş akılla, tahrip edilmiş, yolunu şaşırmış vicdanla, "iyiyi, doğruyu, haklıyı, gerçeği" bilirmişiz gibi geçer. Öğretim basamaklarının diplomalara, mesleklere kavuşturduğu onca "eğitilmiş" bile; soruları, kuşkuları olmayan, farklı bakış zaviyelerine heyecan duymayan, ruhu enkaz, ama her şeyi bildiği zannında yetişkinler olur. Gözlerindeki perdeye dair hiçbir endişeleri bulunmaz. Tarih sular seller gibi, coğrafya ezberde. Bir sürü şeyi merak edebilecek, farklı yönleri, başka başka açıları kavrayabilecek potansiyeli olan beyinler, konsantre ve tek tip bilgilerle dumura uğradıklarını asla anlamadan ömür geçer. Miras, çocuklara devredilir. Sorusuz, meraksız, kuşkusuz, hepten kitapsız ya da aynı hafızayı dokuyan, salt ezberden okuyan kitaplarla geçmişin çeşitliliğini, bugünün renklerini ıskalamış hanelerde, bilmişlikler üretilir. Milli coşku anları, dini tartışmasızlıklar, seküler tabular derken, bir ömür, inandıklarını, bildiğini sandıklarını, emin olduğundan emin olduklarını hiç sorgulamadan, övünç, gurur kaynaklarına dair hiçbir itiraz ihtimaline kapı açmadan geçip gider. Bu perdeli gözlerle savaşa gidilir, o kataraktlı beyinlerle savaşlar bellenir, eften püften malumatın ötesine geçmeyen bilmişliklerle, hayat, insanlar, ülke ve dünya üstüne her şey bildik, bilindik sayılır.
Yalanın gerçekçiliği, yalanın tahakkümü, salt açık ve örtülü cehalet meselesi olmakla kalmaz. Aynı zamanda, toplumların, halkların, ülkelerin... ve bireylerin gönüllü esaretinin, itirazsız teslimiyetinin, her devirde "düzen" denilenlerin kutsallığını, ebediyetini garanti etmenin biricik formülü olur. Ama bu formül hep geçerli, hep galip olsaydı, "bugün" de olmazdı. Vicdan uyanır, akıl uyanır, birileri, bir şeyler dürter, bildikler, bilindikler sarsılır, gözlere, vicdanlara, zihinlere inmiş perdeler parçalanır, "yarın" olur. "Enseyi karartmamak" için, "bir askerin yanılgısı ve uyanışı"nda kendi bildik dünyamızı da didikleyebiliriz belki!
|