| |
|
|
Duygu ile düşünceyi karıştırmanın tehlikeleri...
Hepimizin hayatını, "Duygu" ile "Düşünce" arasındaki mücadele yönlendirmez mi? Aile arası konuşmalarda, "Bu bir mantık evliliği mi, yoksa aşk evliliği mi" diye tartışmalar yapıldığını duymaz mıyız mesela? Veya "Burjuvanın kalbi solda, cüzdanı sağdadır" diyen söylemleri duymadık mı hiç? İnsanlar, duygu ile düşüncenin birlikte olmasını kabullenemedikleri için, Ortaçağ'ın sonuna kadar, duyguyu kalbe, düşünceyi beyne görev olarak vermişlerdir. Bunun kalıntısı olarak, aşık olanlar, ağaçlara, sıralara kalp resmi kazımazlar mı hâlâ? Beynin, hem duygunun, hem düşüncenin merkezi olduğunu ilk kez fark eden kişinin, Doktor Thomas Willis olduğu bilinir. İngiliz doktor Willis, 1660'lı yıllarda, Oxford'da insan beynini kesip, içindeki yapıyı incelemiştir. Bugünün nörologlarına öncü olan bu çalışmaları, "Beyin Anatomisi", "Serebral Patoloji" gibi kitapları ile başlatmıştır. Milattan sonra 2'nci yüzyılda yaşayan Bergamalı (Pergamum) Galen'in, Ortaçağ'ın sonuna kadar tıp dünyasına egemen olan teorilerini, beyin düzeyinde sona erdirmiştir Willis. Tıpkı William Harvey'nin vücuttaki "Kan Dolaşımı"nı, Robert Hook'un "Hücre"yi bulduğu gibi, 17'nci yüzyılda Willis de, beynin "İnsan bilincinin toplantı odası" olduğunu anlamıştır. Bütün bu konuları işleyen, harika bir kitap yayınlandı geçenlerde. (The Discovery of Brain, Carl Zimmer Free Press, New York). İlgi duyanlar Amazon'dan getirtebilir. Kalbin beyinle ilişkilerini hâlâ tam olarak yerli yerine oturtamamış insanlar gibi, toplumlar da var çağımızda. Duyguyu düşünce diye sunanlar ve bunu kabul etmeyenleri hain olarak görenler, bizde de çok görülmez mi? Yahut sloganları ve saplantıları "Bilgi" olarak kabul edip, bu bilgilerle duygu sömürüsü yapanları, şovenizmi "Düşünce" diye pazarlayanları görmüyor muyuz? Tabii ki, duygusuz insan olmaz. Tabii ki, toplumları ve ulusları, ortak heyecanlar birleştirir. Ama akıl ile duygu arasındaki dengeyi gözetmediğiniz takdirde, bireysel yaşamınız da, toplum hayatı da, krizden krize koşar. Konuşmak yerine kavga edersiniz. Dinlemek yerine susturursunuz. Farklı olanları zenginlik gibi görmek yerine, onları yok etmeye çalışırsınız. Sevgi, nefretin yedek parçası olur. Bencillik, özgürlük zannedilir. Böylece, gelişmiş dünyanın 500 yıl önce geride bıraktığı Ortaçağ'ı, sizler 21'inci yüzyılda yaşatmayı sürdürürsünüz. Aslında "Çağdaşlık" diye özlem duyduğumuz ve hep ileride duran o hayat tarzının özünde, bütün bu gerçekler vardır. Kıbrıs'ı, Avrupa Birliği'ni, laikliği, güvenliği tartışırken, bu gerçekleri unutmamalıyız. Duyguları, bilgi ile karıştırmamalıyız. Uzlaşmayı taviz vermek, çözüm aramayı teslim olmak gibi görmemeliyiz. İnsan aklına ve bilgiye saygı duyanların duyguları da iyidir, güzeldir, ileridir. Bağnazlık, duyguyu vahşete dönüştürür... Hiçbir sorunu çözemez ve kendinizi hep tehdit altında hissedersiniz... Kendi insanınıza bile düşman olursunuz.
|