|
|
|
|
Vazgeçilemeyen bir bağımlılık
Araştırmalara göre, aşık olma kavramı ergenlik çağlarında filiz veriyor. Çocukluğumuzda hissettiklerimiz daha çok 'sevgi' ile açıklanıyor. Aşk dürtüsü başlarken dört duyu harekete geçiyor: İlk olarak karşımızdaki insanın kokusu, beynimizdeki aşk dürtülerini uyarıyor. Daha sonra sesini ve görüntüsünü beğendiğimiz kişiye dokunmak istiyoruz. Kokuyla başlayan sinyallerin ardından gözlerle kurulan iletişim, ses ve dokunma ile aşk ortaya çıkıyor. Uzmanlara göre aşk bir bağımlılık ama ruhsal hastalık sınıfına girmiyor. Peki aşk dürtüsünü başlatan dinamikler neler? Neden herkesin aşık olacağı insan farklı özelliklerde oluyor? Evlilik uzmanı ve Psikiyatrist Doç. Dr. Armağan Samancı, bu sorularımızı şöyle yanıtlıyor: "Aşık olurken aslında farkında olmadan, bilinçaltımızda çocukluğumuzdan beri yarattığımız, bağlanacağımız modeli seçiyoruz. Yani aşık olacağımız insanlar aslında içimizde var ve ömür boyu onu arıyoruz"
SEÇME SÜRECİ VAR Doç. Dr. Samancı, bu modelin ortaya çıkmasında, anne, baba ya da yakın çevremizde bulunan ve yetişmemizde katkısı olan kişilerin yanı sıra kendi içimizde yarattığımız fantastik fragmanların da etkili olduğunu söylüyor. Tüm bunlarsa aslında geçmiş yaşantımızın parçalarını oluşturan şeyler. Dr. Samancı, "Şimdiki gençlerin 'elektrik alma' dediği kavram aslında bu fragmanların ortaya çıkardığı önsezi. Kişi, aşık olacağı insanda geçmişinden gelen parçalara uyan özellikler arıyor bu önseziyle. Bulduğunda da 'elektrik alıyor'. Bir kişi aynı anda iki kişiye birden aşık olamıyor. Olduğunu söyleyenler de yanılıyor, çünkü bir aşk bitmeden diğeri başlamıyor insanın doğası gereği" diye konuşuyor.
EGOYU GÜÇLENDİRİYOR Doç. Dr. Samancı'ya göre aşk, egoyu güçlendiren bir duygu. Bireyin kendini daha bütün, doygun hissettiği bir durum. Birey, ruhsal anlamda aradığını bulmuş ve kazanmış bir hale geliyor. Aşk, üretici, canlandırıcı ve antidepresan etkili bir his olarak yaşama renk katıyor. Aşkın bitmesi ise kişinin içindeki modeli bulamadığını hissetmesi ile başlıyor. Dr. Samancı, kadınların aşkı daha yoğun yaşadığını belirtiyor: "Çünkü doğası gereği, duygusal anlamda daha bağlanabilen bir varlık kadın. Kadınlar bağlılık ve güvenceyi bir arada düşündüklerinden, ayrılık ve yalnızlık onlar için güvenlikten yoksunluk anlamına geliyor. Erkeklerse sürekli birleşme ve yoğun yakınlık hissi ile ayrılık ve bağımsızlık duygusu arasında sürekli bocalıyor. Erkeklerin fiziksel görünüme aşık olma eğilimi daha fazla. Bu durum erkeğin doğası gereği ortaya çıkan bir farklılık."
Evlilik aşkı kurtarıyor Doç. Dr. Armağan Samancı, sanıldığı gibi evliliğin aşkı öldürmediğini, aksine koruduğunu savunuyor: "Benim şöyle bir tezim var: Bir aşk, en geç 3 yılda evliliğe gitmeli. Evlilik, toplumsal baskıların ve hayat koşullarının bombardımana tuttuğu aşkı koruyor. Aşkı öldüren evlilik hadisesi değil, çiftlerin evlilikle birlikte aşık ya da sevgili olma rollerini ihmal etmesi. Kadın anne, ev kadını gibi bir modele; erkekse baba olma, aile ve akrabalara karşı sorumluluk gibi etkilerle evin reisi rolüne bürünüyor. Çiftlerin aşık ve sevgili olma rollerinin alanı iyice daralıyor. Evlilikte ayrıldığınız kişi sadece sevgiliniz değil. Buna ilave olmuş ortak insanlar, belki çocuk, ev, ortak yaşam, akrabalar ve daha birçok şey var. Bu nedenle evliliklerin ardından yaşanan ayrılığın yarattığı yıkım daha şiddetli oluyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|