On derste 'ödül töreni adabı'!
Arada okuyucuya, seyirciye duyurmak lazım ki, doğru adreste olduklarını hissetsinler. Efendim bir-iki hafta önce Özel Radyo ve Televizyon Yayıncıları Derneği'nin düzenlediği "Yılın En İyileri" araştırmasının sonucunda g.a.g., değerli halkımızın oylarıyla, "En iyi eğlence programı" ödülünü aldı!
Geçen sene de aynı ödülü biz almıştık, ayıptır söylemesi. Mutluyuz, gururluyuz! Son programda da, yani çarşamba gecesi, gecenin onikisinde nefis bir de rating çakmışız ki, diziler arayıp bulamıyor. "Sağoluuuun" demek istiyorum bu vesileyle! Geçtiğimiz günlerde benim için çok manalı bir ödül töreni vardı. G.A.G. programını sadece iki senedir yapıyoruz.
Oysa oniki yıldır gazeteciyim! Ve geçtiğimiz hafta, hayatımın ilk gazetecilik ödülünü aldım. Kabataş Lisesi ve Kabataşlılar Derneği internet oyları ve öğrenci anketleri sonucunda, beni "2003'ün En İyi Kadın Gazetecisi" seçmişler. Ödül törenine gittiğimde öğrendim ki, erkek gazeteci kategorisinde de Hasan Pulur ödül almış. Nasıl ezildim anlatamam!
Ödül törenlerinin güzel yanları: Gurur, mutluluk, coşku. Ödül törenlerinin zor yanları: 1) Kalabalık önüne çıkıp "olgun" konuşma yapma mecburiyeti: Gerçekten, bakın, delikanlı gibi konuşalım, insan ödül aldıysa, içinden gelen konuşma şu oluyor: "Evet, gerçekten süperim, haklısınız.
Bunu çoktan hak etmiştim. Kıskananlar çatlasın. Elemterefiş, kem gözlere şiş! Kategorideki diğer adaylara da buradan "nanik" yapmak istiyorum, izninizle. Medya mensupları, çekin arkadaşlar, duymayan kalmasın. Ödül aldım bea. En büyük benim! Heyt beaaaaa!" İnsan psikolojisi budur kardeşim! Ama maalesef çıkıp şöyle şeyler söylemen gerekir: "Kategorideki diğer arkadaşlarla yarışmak, zaten başlı başına bir gurur. Bu ödül hepimizin. Ayrıca bu ödül aslında ekibimin. Ben bir hiçim. Beni buna layık gördünüz ya, siz benden daha büyüksünüz. 2004 güzel olsun, el ele tutuşup dans edelim. Dünya barışı olsun, falan feşmekan..." E ne anladım ben ödül coşkusundan? Oldu olacak, bir cüppe edinip, dağ başında çile çekmeye falan gidelim.
2) Ödül alma trafiğinin asla net olmayışı: Sahneye çıktın. Ne yapacaksın? Önce teşekkür mü? Yoksa önce ödülü alıp, sonra konuşma mı yapacaksın? Ödülü veren adamın konuşması nereye sıkışacak? Peki gazetecilere poz verme faslı konuşmadan önce mi sonra mı? Her zaman karışır, Oscar töreninde bile, her zaman sahnede bir arbede olur. Sinir bir durumdur.
3) Plaketin sürekli kutunun içine düşmesi: Yahu kim icat etmiş bu "plaket" denen şeyi? Güya kutu açılacak, plaket kutunun kapağına dayanıp duracak, sonra eve götürünce de, tozlanmasın, ne bileyim yer tutmasın diye, plaketi yatırıp, kutunun içinde saklayacaksın. Olmuyor işteee! Tam konuşma yaparken plaket yatıveriyor kutunun içine.
Hatta bazen ödülü alırken oluyor bu. Kaldırıp düzeltiyorsun, bu sefer durmuyor, yere düşer gibi oluyor. Kapalı tutsan ödül görünmüyor. Plaketi dengede tutacağım diye, gerginlikten lafını unutuyor insan. Kim bakıyor yahu bu plaket işlerine?
Sevgili okuyucularım, yukarıdaki üç şık da çarşamba günü başıma geldi. Ancak ben yine de, ödül törenlerine zevkten dört köşe gidip, plaketleri almaya devam edeceğim. Layık görenlere teşekkürler. Kategorideki diğer arkadaşlar, sizinle yarışmak büyük gururdu. Dünya barışı, vesaire, vesaire...
|