| |
|
|
İşte bir yudum umut!..
Nebil Özgentürk'le hemşehriyiz. O, yaş itibariyle benden daha sonrasının Adanalısı ama, orada kalışı itibariyle "memlekete" daha bir hâkim. İstanbul'da, oturduğu yerden açtığı telefonlarla herkesleri yönlendirip, Adana'da nerelere, kimlere kimlere göndermedi ki beni. Bu arada Ahmet Özgentürk'le yani Nebil'in ağabeyiyle de tanıştım orada. Sevimli, sıcak, dost bir adam Ahmet. İşini gücünü bırakıp benimle her yana koşuşturması yetmezmiş gibi, birlikte olmadığımız anlarda da durmadan arayıp "Ne lazım? Geleyim mi? Yardım edeyim mi?" deyişlerini hayat boyu unutmam.
Halil Ergün-Rutkay Aziz Allah bu dost adamın gönlüne göre bir eş de vermiş ona, ne güzel. Fatma Özgentürk de Ahmet gibi insan canlısı, sevgi topiği bir sıcak yürek. İştigali ise tam kendilerine göre bu çiftin. Girince kendini Harikalar Diyarı'nı gezen Alice sanacağın bir anaokulları var ki görmelere değer. Duvardaki fotoğraflara baktım. Hayat Anaokulu'nu Halil Ergün'le, Rutkay Aziz açmış bir vakitler. Çocukların bu değerli sanatçılara sarılışları öyle renkli öyle canlı ki sanki duvardan, asılı o fotoğraflardan düşüp, elle tutulur hale gelecekler az ötemizde. Şükür ki kıskançlığıma tuz basan gelişme gecikmiyor. Tüm okul ahalisi boşalıp bahçelik alanda sevecenlik fırtınası gibi esiyor üstüme üstüme.
Vay vaaay!.. Sonra boyu küçük, derinliği epey büyük muhabbetler kuruyoruz o miniklerle. Sorulara verdikleri yanıtlar hem komik, hem çarpıcı hem "vaaay!" ettirici. Onlardan gelen sorularsa burnuna tutulmuş fön makinesi sanki; ısıtıyor, yakıyor, terletiyor...
Hiç sektirmeden İçlerinden biriyle uzun konuşmak ve kayda almak istiyorum. Çitlembikler arasından bir tanesinde karar kılıp, uzatıyorum ona mikrofonu. Diyorum ki; "Anlat bakalım ufaklık. En önemli şey nedir senin için?" Hiç sektirmeden, "ıyy-vıy" yapmadan yapıştırıyor cevabı; "Affetmek... En önemli şey affetmektir" diyor. Biz şaşkın şabalak bakarken öğretmeninin teşvikiyle "Affetmek" üzerine bir "patates" hikâyesi anlatıyor bize çocuk jargonuyla.
Kulak verin Dinleyince niye bu memleketten umut kesilmez. Niye bu memlekete ilelebet hiçbir şey olmaz, olamaz anladık bir kez daha. Yazı diline uydurmaca yapmak için ne çare ki o çocuksu anlatıma kıyarak, hikayenin yazılı halini elime tutuşturan ana okulu öğretmeninin satırlarıyla yazıyorum aşağıya. Kulak verin ne olur:
Affetmek üzerine Bir öğretmen ders sırasında öğrencilerine dönüp der ki; "Yarın hepiniz birer tane plastik torba ve beşer kilo patatesle geleceksiniz okula." Öğrenciler, buna şaşırırlar ama bir şey de diyemezler. Ertesi gün hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
Torbalar elimizde Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar."
Sıkıldık ve yorulduk Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor..." Ya da "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?" Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir."
|