İktidar tutkusunun erkek kokusu
İzmirliler kadar bilemeyeceğimiz ama dokunmaya çalıştığımız bu kentte, "Seçim ne olur?" sorusuna, Ahmet Hakan, "Piriştina ve AKP kazanır" cevabını vermişti. Şöyle diyeyim ben de: DSP'de aldığı oyların altına düşerek, hele hele CHP'nin 3 Kasım oylarının altına inerek kazanırsa, Ahmet Piriştina elbette yine belediye başkanı olur ama CHP'nin kazanıp kazanmadığı kuşkulu kalır. Merkezi iktidar cazibesine rağmen, oylarını yüzde 20'nin üstüne çıkarsa da, kazanamazsa, AKP de kaybeder, ama adayı Taha Aksoy'u yarına hazırlar. Ve İzmir "kendi halinde" yolculuğuna devam eder. Çifte iktidarlı ya da iktidarsız.
*** Aslında kendi adaylığı ile ilgili umudunu belirtirken, Aydınlı İzmir Anakent DYP adayı, eski ANAP'lı bakan Yüksel Yalova'nın öyle bir hesabı vardı ki, her partiden çözülecek oylarla neredeyse "ortada kalmış" yüzde 40 kadar bir oy mevcuttu. Bu hesaba bakıp sıfır kilometre parti bile kurabilirdiniz yani! Öylesine umut verici, öylesine kararsız, öylesine mecra arayan! Onun umudu, DYP'nin yüzde 12 oyu üstüne, GP'den, MHP'den, ANAP'tan, hatta CHP'den kayacak oylarla şişen bir umuttu belki. Merkez sağ denilebilecek cenahta sanırım herkesin son umudu, kendisini merkeze koyarak böyle bir kayma beklemek. Ama, adı üstünde, sağı kaygan, merkezi yorgun bir umut. "Sol Güçbirliği" ise, tam tersine, DSP'- ye, CHP'ye oy vermiş "sol kimlikli" seçmenle CHP teşkilatı içindeki sorunları ve göçlerin varoşlara taşıdığı etnik kimlikleri harmanlayan bir "varlık umudu" peşinde.
*** Yerel seçim ne kadar yerel, ne kadar geneldir... Ne kadar, mahalleyi basan su, yeni otobüsler, kordon boyu, palmiyelerdir; ne kadar heyelan, ne kadar viyadük, ne kadar kültür, ne kadar temizliktir... Ne kadar merkezi iktidar ile muhalefet arasında karar verme anı, ne kadar yoksulluk- zenginlik, merkez-çevre, laiklik-din gerilimidir, bilemem, herkesin saiki oynar, yanar döner belki. Ama, muhtarlıktan belediye meclislerine, başkanlığın seçilmiş koltuklarından belediye bürokrasilerine, herhalde seçmenden çok, irili ufaklı binlerce "iktidar mevkii" için yarışanların, hayatta kendilerine böyle bir makam ve imkan arayanların şenliği olarak özeldir. Hizmet, çözüm, katılım, demokrasi vesaire dışında... Ülke çapında, yüz binlerce insanın, "şu hayatta bir şey olmak" telaşı. Daha seçilmeden birbirine "başkanım" diye hitap edenlerin, minibüslerde, otobüslerde, duvarlarda, direklerde, broşürlerde kendilerini göstermelerinin ve kendilerini görmelerinin tatmini. En küçüğünden en babasına, "iktidar" olabilme, "adamım" olabilme, "adamımlar" a sahip olabilme tutkusu... Ve tüm uyduruk ritüellere, kadın oylarına talip olmalara rağmen, hala çok maço, çok baba, çok koca, çok ağa bir erkek oyunu. "Kocalarına destek olan kadınlar" ın, hanedeki iktidarı çevreye taşımak uğruna gülümseyip durdukları, eşleriyle gurur duydukları bir erkek sahnesi. Eşinin "Neden kadın aday pek yok" üzüntüsüne katılırmış gibi yapan başbakanından Kadınlar Günü'nde çiçek çiçek dağılan muhalefet liderine, erkek iktidarının ofis ve çay hizmeti yapan kadınlar arasında kol gezdiği il merkezlerinden afişlerde berberden çıkma saçları, lacileri ve ciddi kravatlarıyla sırıtan adaylara kadar, erkek resmi geçidi. Seçmek, seçilmek, katılmak, demokrasi, yerellik gibi saygıdeğer hususlar, daha o noktada su kaynatır, "iktidar humması", tek taraflı bir cinsel tahakküme dönüşür. Yine de, bu kadar itilmiş kadından bu kadar ittirici ve iktidar düşkünü erkeklerin doğmuş olması da bir mucize! Belki de kadınlar "asıl hayatın başka yerde" olduğunun farkındadır... Belki de "hiçbir yerde" olduğunun! İzmir'de bile.
|