| |
Bugün bana çiçek yolla
"Benim çocukluğumda sakatlanan ve artık yürüyemeyecek olan atları fazla acı çekmesinler diye vururlardı"dedi Gloria kesik kesik. Sonra cebinden silahını çıkarıp uzattı, "Hayri Robert" diye ekledi, "Vur beni, artık dayanacak gücüm kalmadı." 12 saatlik maraton pazarlıktan çıkışta, Denktaş ve Papadopulos'un yorgun yüzlerini görünce, "Atları da Vururlar"daki bu sondan bir önceki sahneyi düşündük. Elbette, durduk yerde gelen çağrışım değil bu. Kıbrıs görüşmeleri, biraz da tembelliğin neden olduğu kolaycılıkla -yabancı basın dahil- "New York'ta son tango" klişesiyle sunulunca, insan ister istemez Horace MacCoy'un o müthiş romanını düşünüyor. Ya da o romandan sinemaya aktarılan filmi: "The Shoot Horses, Don't They?" Sydney Pollack yönetmişti, Jane Fonda ile Michael Sarrazin de başrollerini paylaşmışlardı... Hatırladınız mı? Elbette dekor epey farklıydı. Roman ve filmdeki 1929'ların Büyük Ekonomik Çöküş sonrasının yoksul ABD'sinde soğuk ve aç bir kentin yerini bu kez zenginlik merkezi New York aldı. Dans maratonunun düzenlendiği hangardan bozma mekanın yerini de Birleşmiş Milletler'in cam gökdeleninin 37'inci katı. Sendeleyeni dışarı atan acımasız sunucu Rocky'nin rolünü kimin üstlendiği belliydi. Ama kim Robert oldu, kim Gloria?
Bu tango bitecek Bir de kural değişti: Düşeni dışarı atmak yerine bir odaya kapattılar. "Bitirmeden çıkmak yok" uyarısıyla... Ve tangoyu yapanlar yorgunluğa, uykusuzluğa, hilelere, hatta küçük düşürülme korkusunun getirdiği gerginliğe meydan okumaya çalıştılar. İstanbul'u teslim alan yılın en yoğun karında evde mahsur kaldığımız ve SABAH yönetiminin "Olağanüstü koşullar nedeniyle baskıyı çok öne aldık, sakın gecikme" uyarısıyla bu yazıyı erkenden kaleme aldığımız için, New York'taki tangonun sonunu bilmiyoruz. Görüşmelere tam "karartma" uygulandığı için sadece heyetlere yakın olanların verdikleri "Denizi geçip derede boğulmayı kimse göze alamaz. Alsa bile cankurtaranlar gelip sudan çıkarır" güvencesine bel bağlayarak, Kıbrıs'ta güneşli günlerin pek de uzak olmadığını umut ediyoruz. Sözün kısası, tarafların önümüzdeki hafta adada buluşmak sözüyle New York'a veda etmeleri ve JFK Havaalanı'na koşmaları olasılığının ağır bastığını görüyoruz. Tabii tipinin bir hayli azalttığı görüş mesafesinin el verdiği ölçüde...
Kaktüs bile olabilir Ama New York'taki aktörlerle ilgili daha emin ifade edebileceğimiz bir ayrıntı daha var. "Atları da Vururlar"ın bir eleştirisinden aktaralım: "Robert ve Gloria, başarısız ve geleceği olmayan oyuncular olduklarının farkındalar. Birbirlerinden nefret ediyorlar, çünkü karşısındakinin başarısızlığının aslında kendisinin yitik yaşamının aynası olduğunu biliyorlar..." Birbirlerinden nefret eden iki oyuncu hiç olmazsa bu kez, hiç olmazsa bu Sevgililer Günü'nün hatırına kucaklaşırlar mı dersiniz? Göreceğiz. Ya da bu satırları okurken görmüş olacaksınız. Bunca yıl her 14 Şubat'ta adada Kuzey'den Güney'e, Güney'den Kuzey'e hep karanfil gönderildi. Koyu kırmızı, kırçıllı veya sarı. İlki "Kalbimi kırdın" anlamına geliyor, ikincisi "Üzgünüm ama bitmek zorunda", sonuncusu da "Beni düşkırıklığına uğrattın..." Bu yıl, bu gün, sevgi ve aşkın ifadesi gülden vazgeçtik, fulya, gelin çiçeği, hatta kaktüs gönderirler mi acaba? İlki "Sevgilim geri dön" mesajı taşıyor, ikincisi "Mutlu olabiliriz..." Kaktüs mü; o da "Aşkımız için zorluklara katlanmak zorundayız" demek...
|