| |
|
|
Nice bir dağdağa ile berbat olalım!
KAZANCI Bedih ve eşi Şanlıurfa'daki evlerinde sobanın dumanından zehirlenip yaşama veda ettiler. Yani türküler, gazeller, mayalar, uzun havalar öksüz kaldı sevgili dostlar. Sadece Şanlıurfa'nın değil bütün Türkiye'nin başı sağ olsun...
Peki kimdi o?.. Allah'a şükürler olsun ki, onunla hem de Urfa'da, sıra gecelerinde defalarca bir arada oldum. Ellerinden, yanaklarından çok öptüm. Keyfi doyumsuz gazellerini huşu içinde dinleyip, yeniden ellerine sarıldığımda söylediği şu sözleri hiç unutmadım: "Evlat. Sıra geceleri bir konservatuvardır. Hepimiz o okuldan mezun olduk ne güzel. Bak benim yüzlerce türküden ve gazelden oluşan dağarcığım var. Keşke birileri gelse de derlese, kayıt altına alsa. Biz hep İbo Şov'lara, Hülya Avşar'lara filan çıkıyoruz. Böyle mi olmalıydı?.."
Otantik meşkler... Büyük usta bu denli sitemkar olmakta olmakta haksız değildi elbet. Derleme-araştırma grupları, konservatuvarlar, müzik yapım şirketlerinin arşivlerinde hem de dijital teknolojiyle kaydedilmiş otantik meşkler olmalıydı mutlaka. Kazancı Bedih ve benzeri türünden benzersiz sanat adamlarının belgeselleri çoktan çekilmiş olmalıydı.
Ey Dilber-i Nadide O zaman herkes o eşsiz repertuvarı, mesela; Gümrahlarını goncayı zibaya değişmem, Sabret gönül eyyamı yare de kalmaz, Aldanma gönül devleti ikbale güvenme, Hüsnün senin mi, Nice bir nar'ı aşkınla ciğer yansın kebap olsun, Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir, Gam-ı aşkınla ahvalim perişan oldu gittikçe. Nice bir dağdağa ile berbat olalım..." adlı doyumsuz eserleri kutsal bir miras gibi saklardı...
Yalan yok... Haa bu arada iki yüzlülük yapmamak açısından kendimi de silindirin altına atmalıyım: "Savaş Efendi seç bakalım. Bayhan'ı mı çıkarırsın programına, Kazancı Bedih Usta'yı mı?" deseler, muhtemel cevabım da belli şimdiki utancım da. Yalan yok...
|