Ben gezemiyorum, bari siz eğlenin!
Hayatımın en yoğun yılı olacak. Öyle hissediyorum. Uzun uzadıya yılbaşı programı yapacak vaktim, enerjim bile yok. Bir büyük 'proce' peşindeyim! Belki okumuşsunuzdur. Ocak ayında atv'de bir diziye başlıyoruz. Bir durum komedisi. Hem yazıyorum, hem oynuyorum. Şu 'böyle söylediğinizi duyar gibiyim' lafına da en çok ben gıcık olurum ama, yeri geldi, ilk ve son defa kullanayım: "Ayol dizilerin yarısından çoğu batıyor, Yılmaz Erdoğan güzelim senaryo yazdı, o bile uzun sürmedi, bu ne kendine güven, bu ne kibir, bu ne cesaret bu zamanda!" dediğinizi duyar gibiyim. Ya da belki bu benim iç sesim, onu duyuyorum! Biliyorsunuz geçen sene çok özel bir projede oyuncu olarak çalışma fırsatım oldu. O kadar başarılı bir dizi oldu ki, iki bölümde bitirdik! Daha fazlasını seyirciyle paylaşmadık, kendimize saklamak istedik! İşte o yüzden, bu sefer oturup kendim yazdım. Bakalım beğenecek misiniz... Diyeceğim odur ki, yılbaşı mılbaşı hak getire. Ben 31 Aralık günü de dahil, çalışıyorum efendim. Ama ortamın gevşemesi, yılbaşı ruhu falan, fırsattan istifade edip şehirde fink atmayı planlayanlar varsa, onlara da hizmette sınır tanımayız. Farkındaysanız, bütün İstanbul kendini 'teröre karşı şerbetli' sanıyor! Umurumuzda değil, 'şu kadar' takmıyoruz. Helal olsun bize. Onun için, iki yeni mekan önerim olacak. Daha önce Nişantaşı'nda yeni açılan Beymen Brasserie'den bahsedeceğimi söylemiştim. Brasserie'yi en avam ve en VJ kelimelerle şöyle tarif edebiliriz: "Yıkılıyo!" Benim son yıllarda İstanbul'da en sevdiğim mekanlardan biri. İddiasız bir iddialılık var. Yemekler lezzetli, dekorasyon şık ve rahat, fiyatlar astronomik değil... Buna karşılık Nişantaşı'nın en prestijli noktasında bir yer açıp, sosyeteye de kapıda sıra bekletiyorsanız, "Vay vay vay" derim size ben! Tabii bu izdiham ve ilgi alakaya içerideki masalar yetmiyor. İlk haftadan itibaren sokağa taşıldı, ısıtıcılar koyuldu, fakat o da ne? Kuyruk azalmadı! Gelen giden de öyle 'pabucumun soyetesi' değil yani, hep ağır toplar. Brasserie'nin sevmediğim tek yanı bu. Hep çok kalabalık, hep bir 'kim kimdir' durumu ve hep göz hapsindesiniz. Yurtdışında gayet Avrupalı görünen Türkler'in, oranın yerlisi değil de, Türk turist olduğunu nasıl anlarsınız? Tabii ki sizi süzmelerinden. Brasserie, yeni açılmış olmanın rüzgarı içinde bir "O da mı gelmiş? Kiminle gelmiş? Ne giymiş? Şu bana merhaba dedi mi?" dönemi yaşıyor. Atlatırsa daha sık gideceğim. Şöyle kendi müşterisini bulsun biraz... İkinci tavsiyem Beyoğlu'nda yeni açılan Markiz Pasajı. Daha doğrusu pasajın içindeki yerlerden biri: Charlotte. Yeni yılda kendinize bir 'lüks günü', ne bileyim bir keyif akşamı planlıyorsanız, Charlotte ilginç olabilir. Mimarından işletmecisine, referansları çok güçlü isimler. Onun için gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. Havyar, somon, kaz ciğeri, karides ağırlıklı mönüyle votka ve şampanya içiyorsunuz. Yani bütçeyi denkleştirip gidin, uyarmadı demeyin! Bu arada, iki mekanla da ilgili izlenimlerinizi bana yazın. Ben de çalışma odamdan, bilgisayarımın başından hayatı takip etmiş olurum böylece. Sanat için nelere katlanıyoruz, görüyor musun?
|