Meloş, personel gecesinde!
Size bir sırrımı vermek istiyorum. Hatırlar mısınız bilmem. Yıllar önce Aktüel dergisinde, dedikodu yazarı bir Meloş vardı. Hani "Sevgili Nazan" diye başladığı mektuplarında, son katıldığı davetlerden, sosyete dedikodularından falan dem vururdu. Kah kadınların kilo aldığından bahseder, kah o zamanın bilmemne restoranının artık tutulmadığını anlatırdı. Efendim, o Meloş bendenizdim! Daha doğrusu, 1991-1994 yılları arasında, Meloş köşesi, tarafımdan kaleme alınmıştır! Aktüel'in bir kısım çalışanı, Meloş'u yazan editör de dahil, Hürriyet grubuna geçince, bütün yetki ve sorumluluklar kalanlara dağıtıldı. Bir tek görev sahipsiz kaldı: Meloş köşesinin yazarlığı. Bendeniz o tarihte 20 yaşındayım efendim. Çiçeği burnunda bir gazeteciyim. Herhalde göreceli olarak derginin en 'sosyetik' elemanı bendim ki, (Bilirsiniz, koyunun olmadığı yerde keçiye ne derler. Siyasi suçlu olarak hapiste yatmamış ender Aktüel çalışanlarından olduğum için herhalde...) görev bana verildi. Zaten cemiyet muhabirleri fotoğraf ve bilgileri getiriyorlardı. Yani öyle davetlere katılma mecburiyeti falan yoktu. Üslup önemliydi daha çok. Biraz da etraftan duyulanlar, trendler, gittiğim yeni yerler falan, bir baktık ki
Meloş, her zamankinden daha popüler oldu! Hatta bir süre sonra Meloş'un hayali bir sevgilisini ortaya çıkarttık, onunla röportajlar yapıldı, iş çığrından çıktı. 1994'te ben Amerika'ya gittikten sonra da Meloş, ismini veremeyeceğim başarılı gazeteciler tarafından devam ettirildi. Meloş'u benden önce kimin yazdığını da açıklardım ama, ayıp olur. O beyefendi şu anda önemli bir gazetede üst görevlerde zira! Bugün size Sabah-atv'nin yılbaşı kutlamasından izlenimler yazacaktım. Derken yıllarca gitmediğim davetlerden hikayeler kaleme aldığım aklıma geldi. Yıllar sonra sırrımızı açıkladım. Yılbaşı partisine gelince. Bilirsiniz, genellikle sıkıcı işler yapan insanların ofis partileri de sıkıcı olur. Ne bileyim, takım elbiselerle otel salonlarına doluşmuş ofis personeli. İş sohbetleri. Hiyerarşinin devamı. Belki, şirketin bütçesi iyiyse, şarkı söylemesi için gelmiş bir sanatçı... Bir televizyon istasyonunun partisi öyle olmuyor tabii.
Personelin yarısı oyuncu, şarkıcı, şovmen falan olunca... Elini sallasan ünlüye çarpıyorsun! Bir de böyle durumlarda insan, benim gibi hala kendini gazeteci zannedip ünlüleri süzünce biraz kepaze oluyor. Sen onları tanırken, g.a.g. sağolsun, onlar da seni tanıyor çünkü! Tuhaf ama, ünlülerin arasında bir selamlaşma varmış meğer. Ben yavaş yavaş anlıyorum. Ünlü ünlüyü görünce selam veriyor, hatırını soruyor, hatta öpüşüyor. Yabani olmamak lazım. O gece Patron Kim'de oynayan Janset'le aramızda tuhaf birşey geçti örneğin. Uzaktan birbirimizi görüp, kırk yıllık arkadaşmış gibi sarılıp öpüştük. Sohbet boyunca şunu düşündüm:
"Acaba biz ne zaman tanışmıştık?". Muhabbetin ortalarında ortaya çıktı ki, hayatımızda ilk defa birbirimizi görüyoruz ama sempati var karşılıklı demek ki, böyle bir sevgi seli olmuşuz. Bir de bilirsiniz, hani ünlüler "Sanat camiasında dostluk yok, herkes birbirinin kuyusunu kazıyor" açıklamaları yaparlar. Ben herhalde yeni, temiz ve saf hislerle dolu bir 'sanat camiası üyesi' olduğum için bir 'Kezban Roma'da' durumundayım. "Aman Cem Davran selam verdi, ay Hasan Kaçan kutladı, vay öteki bana bayılıyormuş, hayat ne güzel, ne iyi insanlar, haydi el ele tutuşup, dans edelim" zihniyetindeydim atv gecesinde. Şu anda daha nemrut hissediyorum. Şimdi olsa Janset'i de öpmem, elini sıkarım, o ayrı. Gördüğünüz gibi, eski Meloş performansımdan eser yok. Bu elbette bir formdan düşme değil. Ne dedikodular vardı atv gecesinden ama, sonra arkamdan "Bu sanat camiasında herkes birbirinin arkasından konuşuyor" denmesin diye kendimi tutuyorum. Siz artık magazin programlarına bir bakacaksınız gecenin detayları için. Ay, hem ünlü, hem gazeteci olmak ne zormuş vallahi!
|