Halkın anayasası olmadıkça...
Gündelik hayatta elimize, dilimize almadığımız, "yüksek metin" olarak sessiz saygıyla geçiştirdiğimiz Anayasa'nın hayatiyetini kavrasaydık keşke. Siyasi-toplumsal-bireysel yolculuğumuz, öneminin farkında olduğumuz, sahici "toplumsal uzlaşma metni" olması gereken bir anayasa üstünde şekillenebilseydi. Bizde Anayasa aslında çok ciddi. Ciddiyeti, halk (vatandaş)-devlet uzlaşmasının çerçevesini belirlemesinden değil, devlet ve rejim adına, vatandaşlığın sınırlarını ve güzergahını çizmesinden kaynaklanıyor. Toplumsal-sivil bir metin değil, "halkın temel hak ve özgürlükler kitabı" hiç değil... Ama "devletin kutsal kitabı" olarak tasarlanmış adeta. Sonradan "demokratikleşme" adına, aceleyle yaptığınız birkaç değişiklik özü değiştirmiyor. Özdeki anlayış sürmekte kararlı kalıyor. Anayasanın "devletin, vatandaşları ve onların her meşru örgütlü girişimini hizaya sokma el kitabı" olduğuna dair zihniyeti değiştirmeden... Onu halka ve vatandaşlığa iade etmeden, Türkiye'nin kekeme-kabız seyir tarzı pek değişmeyecek. Tam tersine, anayasa felsefesini değiştirmeden atılmak istenen her adım, adeta devlete, Anayasa'ya, müesses nizama ihanet addedilecek ve elbet koruyucularını da bulacak!
*** Kurulu düzene karşı bir devrimle, dolayısıyla devleti, iktidarı, güçleri sınırlar içinde tutup vatandaşlığın önünü açmayı hedefleyen anayasalar evrilirken, 1924'teki başlangıcın ardından bizim anayasalar sürekli devrildi. Anayasa, Batı'da devrim ve reformla kardeş bir kavramken, bizde "darbe" ile kan kardeş oldu. Umutlarla beslenen anayasalara karşılık, korkularla şişen anayasalarımız oldu. 1961 Anayasası'nın darbeye rağmen "arızi" olarak getirdiği, ama "tepeden inmeciliği" yine baki "özgürlükçü açılımı" bile, o sırada "genç asker ve genç hukukçu" olanlar tarafından daha sonra "aşırı lüks" bulundu. Hedef "muasır medeniyet" sayıldığı için demokratik temel hak ve özgürlükleri telaffuz eden, ancak "asıl hedef" toplumu zincirlemek olduğu için de hemen onları sınırlamaya, budamaya, "ama.. ancak... şu şartla" diyerek fiilen öldürmeye, hiç değilse dondurmaya koşan maddeler doldu.
*** Acıdır ki, mesele sadece Anayasa'da kendilerine adeta ayrı, özel bir siyasi-bürokratik- toplumsal denetim ve müdahale mevzii rezerve eden "askeri darbeler" in dayatmasından ibaret değil. Sivil iktidarlar da; iktidar olmalarının asıl kaynağını pek umursamadıkları, "sivil, demokratik, hak, özgürlük" gibi kavramların manasını kavramak istemedikleri... Halkın içinden çıkıp son sürat devletleştikleri, ağalaştıkları, çeteleştikleri... En azından, korkak ve muhteris yarım yamalak-burjuvazi ile iç içe geçtikleri... İktidarda iken halkın tepkilerini bastırabilmek için "darbe anayasaları"na silah olarak sarıldıkları... Mukavelelerinin halkla değil, o anayasa mantığıyla olduğunu sandıkları ve ürktükleri için... "Yeniden demokrasiye geçilen" dönemlerde bile anayasayı "demokrasiye geçiremediler." Pardon; aymazlıkla demokrasiye "geçirdiler!" Darbeyle kadro dışı kalan Demirel ve Ecevit gibi kıdemli liderler bile, halk marifetiyle dönüşlerinde, halktan devlete keskin dönüş yaparak, "darbe anayasası" ve o felsefeyle barışık yaşamayı tercih ettiler.
*** Bir toplum, eğer gerçekten demokratik hak ve özgürlükler içinde yaşamak, mücadelesini de uzlaşmasını da oraya oturtmak istiyorsa... İçinden seçimle iktidar çıkarması yetmez; anayasa çıkarması gerekir!
|