|
 |
|

EMRE AKÖZ
Sille tokat kimi kovmalı?
Ben öyle basın tarihine filan meraklı değildim. Başka şeyler okurdum geçmişe ilişkin... Derken yaşlı bir yazar, "Eskiden böyle değildi, büyüklerimiz daha ahlaklıydı" türünde laflar etti bir köşe yazısında. Ben de şöyle düşündüm "Mümkün değil! Tarihin her döneminde iyi, dürüst, ahlaklı insanlar olduğu gibi kötü, üç kağıtçı, ahlaksız insanlar da olmuştur. Gazeteci takımı da insan olduğuna göre geçmişle bugün arasında ciddiye alınacak bir fark olmasa gerek."
İşte böyle düşündüm ve anı kitapları okumaya başladım. Ohooo, neler olmuş neler! Biliyorsunuz yeri geldikçe bunlardan söz ediyorum.
****
Mesela her gün olmasa bile en az haftada bir kez dinozor bir köşe yazarı çıkıp 'nostalji' yapıyor "Atatürk ve İnönü devrinde basın böyle değildi. Ahh nerede o günler..."
Valla bir zaman makinemiz olsa da böylelerini geçmişe postalasak. Postalasak da günlerini görseler! İşte o devirlere ilişkin birkaç örnek
Hasta olduğu dönemde, Atatürk'ün önemli bir törene katılmadığını yazdı diye adamlar gazete kapamışlar. Aynı 12 Eylül dönemi gibi O zaman nasıl tepesi atan bir albay telefonla gazete kapatmaya kalkışıyorsa, İnönü döneminde de Matbuat Müdürü (günümüzün Basın Yayın Genel Müdürü) kapatabiliyordu.
****
Bir başka örnek Cumhurbaşkanı olduğu dönemde 'Milli Şef İnönü'nün ailesinden herhangi birisinin Ankara'dan kalkıp İstanbul'a gelişi mutlaka birinci sayfada, başyazının hemen üstünde haber olarak veriliyordu. Atladın mı yandın! Anında gazete kapatılıyordu. Böyle bir ortamı düşünebiliyor musunuz?
****
Şimdi gelelim dün verdiğimiz söze. Konu Yalçın Pekşen'in Akşam'da yazdığı Doğan Nadi anısı. (9 Eylül) Pekşen'in 'ah o güzel günler' edasıyla kaleme aldığı anı şöyle
"Cumhuriyet Gazetesi'ne ve gazeteciliğe yeni adım attığım günlerdeydi. Gazetenin sahip ve yazarlarından rahmetli Doğan Nadi, anlı-şanlı bir istihbarat servisi muhabirini, hepimizin gözleri önünde sille-tokat, İttihat ve Terakki'nin eski ahşap konağının kapısından dışarı attı. Nedenini sonradan öğrendik Muhabir haberinde bir özel şirketin adını geçirmiş ve bu hata yazı işlerinin de gözünden kaçarak gazetede yayınlanmıştı. O günlerde yeni yeni başlayan banka soygunlarının birinde de, bankanın adı haberde geçtiği için, gazetenin içinde kıyamet kopmuştu."
****
Ben de diyorum ki Eskiden uygulama böyle olabilir. Ne yapalım, geçmişi değiştirecek gücümüz yok. Olmuş bitmiş... Tamam ama Yalçın Pekşen (ve benzerleri) gibi bu olayı "iyidir, güzeldir, doğrudur; bugün de aynısı yapılmalıdır" diye sunarsanız... Hop! Orada durun bakalım.
Yahu bir kere bu anlatılan gazeteciliğin 'abece'sine aykırı. Hani herkesin bildiği "Kim, Nerede, Ne Zaman, Nasıl, Niçin" soruları vardır cevaplanması gereken... Bunların cevabını koymadın mı, haber eksik kalır. O halde özel şirketin adı da geçer haberde, soyulan bankanın da... (Not Ama tabii sen haber yerine reklam yapıyorsan; o başka.)
Bunlar da bir şirketin ya da bir bankanın adını geçirmeyerek habercilik yaptıklarını sanırlarmış. Halbuki uygulama haberciliğin ruhuna aykırı. Adamlar sansürü, ahlak diye kakalamışlar okura ve çalışanlara.
Hadi o zaman öyleymiş; peki şimdi niye Yalçın Pekşen bunu matah bir şey gibi önümüze sürüyor? Bu anısını onaylayarak anlattığına göre resmen "Haberin unsurları eksik kalsın, okur bu konuda bilgilenmese de olur" demekte.
****
Gelelim anıdaki diğer abukluğa... Madem muhabir öyle bir hata yaptı; uyarırsın olur biter. Doğan Nadi asıl fırçayı yazı işlerine çekmeliydi. Çünkü gelen haberi "budamayan" (!) onlar. Dünyanın en kolay işidir alt kademenin canına okumak. Hem zavallıca bir davranıştır, hem de yönetim mantığı açısından hatadır Çünkü balık baştan kokar! Doğan Nadi madem bu kadar duyarlıydı, lider kadroya yani mesela yazı işleri müdürüne dokunsaydı!
Basında yıllarca yöneticilik yaptım. Eminim benim de bu tip hatalarım olmuştur. Ancak Yalçın Pekşen gibi, yapılan yanlışları, "Bakın doğrusu budur" diye millete anlatmadım.
Sesi ney gibi olan adam
Bir süre önce DJ, besteci, ney sanatçısı Mercan Dede (Arkın Allen) Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde ilginç bir konser vermişti. İlginçlik müziklerden ziyade konuk sanatçıların kimliğindeydi İlhan Erşahin, Peter Murphy ve Özcan Deniz.
Mercan Dede ile Özcan Deniz'in hoş bir arkadaşlığı var. Belli ki birlikte olmaktan ve bir şeyler yapmaktan zevk alıyorlar.
Aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi Picus, son sayısında bu ikiliyi bir araya getirmiş. Mercan Dede'nin, "Seni en çok etkileyen ses neydi" sorusuna Özcan Deniz'in verdiği cevap ilgimi çekti. Şöyle
"Amcamın sesiydi. Benim amcam Kürt ozanıdır, 'dengbej' derler, dinlesen uzun süre unutamayacağına inanıyorum. Ney gibidir sesi. Doğudaki bütün aşiretler bir yerde buluşurlar ve amcama davetiye yollarlar, amcam gider. Koca avlular vardır bu aşiretlerin evlerinde, herkes teypleriyle gelir, amcam bir köşeye oturur, onlar teybin düğmesine basarlar ve ben amcamın kucağına çıkıp otururum, o başlar okumaya. 12-13 saat okur. Ağlayanlar olur, dayanamayıp çıkanlar olur. Aşk şarkıları okur. Sonra herkes teybini alır gider. O kayıtlar amcam öldükten sonra birkaç korsanın eline düşmüş, derlemişler. Biraz da iyi olmuş aslında; ben o şekilde buldum yeniden. Bir tanesinde kendi sesimi duydum mesela, kucağında ağlıyorken."
TUNCAY NE YAPMALI?
F.Bahçeli Tuncay'ın sözleşmesi sezon sonunda bitiyor. Kalmalı mı, yoksa bir an evvel Avrupa'ya transfer mi olmalı? Tavsiyem şudur Lorant'tı, Oğuz'du derken iyi bir hocayla çalışma imkanı bulamadı. Daum'un varlığı büyük bir fırsat. Ondan çok şey öğrenecektir. Zaten şut atma tekniği başta olmak üzere kendisini geliştirmesi gerekiyor. Ayrıca F.Bahçe önümüzdeki yıl Avrupa kupalarında oynayacak. Bu da vitrin demek. O halde Tuncay mukavelesini bir yıl daha uzatmalı. Bu arada, örneğin, İspanyolca öğrenmeli. Sonra ver elini Avrupa.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|