kapat
22.07.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

MEHMET BARLAS


Kokuşmuşluğun tek sorumlusu, siyasetçiler ve memurlar mı?

Her suçun, en azından mutlaka bir faili vardır.

Her suçun işlendiğini, en az bir kişi, yani o suçu işleyen bilir.

Rüşvet ve benzeri suçlarda ise, en az iki kişi vardır. En az iki kişi, rüşveti alanı da, vereni de bilir.

Neticede rüşvet alan ve veren, suçu işleyenlerdir.

Ancak hiçbir suçun bilgisi, bir ya da iki kişi arasında sır olarak kalmaz.

Şu ya da bu şekilde, birileri de öğrenir yapılanları..

Ve bu bilenler de, suçu saklayarak, suça bir anlamda iştirak ederler.

Türkiye, son dönemlerin en büyük suç soruşturma sürecine girerken, kimlerin, neyi bildiği ve kimlerin neleri sakladığı da, mutlaka gündeme gelecektir.

TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları, rapor halinde açıklanmak üzere.

Bu raporlarda adı geçen eski başbakanlar ve bakanlar için, TBMM'de Soruşturma Komisyonu kurulması istenecek.

Bu komisyonlar, söz konusu kişilerin gerçekten suçlu olduklarına kanaat getirirse, TBMM Genel Kurulu, bunların yargılanmak üzere, Yüce Divan'a gitmelerini oylayacak.

Neticede bir siyaset ve idare tarzı, bu tarzı temsil ettikleri iddia edilen isimlerle, hem kamuoyunun önüne, hem de belki yargının önüne getiriliyor.

Bazı kamuoyu anketlerine göre de, seçmenin AK Parti'den en büyük beklentisi, kokuşmuşluğun sorumlularının yargılanması ve cezalandırılması zaten.

Ancak seçmenin (veya kamuoyunun) bu arada kendisini de yargılaması şarttır.

Yazının başında, "Her suçu en az bir kişi bilir" demiştik.

Türkiye'nin siyasetini ve idaresini güvensizliğe, ekonomisini krize ve toplumunu kuşkulara boğan kokuşmuşlukları ise, yapıldıkları dönemlerde, çok fazla kişi ve kurum biliyordu.

Örneğin Türkiye'deki uçan kuşun kanat seslerini bile duyan devletin derin kurumlarının, çoğu olup bitenden haberi vardı.

Büyük ölçüde, medya da, neler döndüğünü çok iyi biliyordu.. Ama bazı dönemlerde Türk basınında yazılamayan haberlerin sayısı, yazılanlardan çok oluyordu.

İş çevreleri, TÜSİAD, TOBB gibi kuruluşların yöneticileri de duyuyor ve biliyorlardı, olup bitenleri.

Özel konuşmalarında hep bunlara değiniyorlar ama, kamuya dönük açıklamalarında ise hiç değinmiyorlardı.

Gelmek istediğimiz nokta şu.

Demokrasi, temel hak ve hürriyetler, basın özgürlüğü, şeffaflık, sadece suçlu olmayanlara değil, suç işlemeye eğilimli olanlara da lazımdır.

Örneğin "28 Şubat"ta birileri "Durumdan vazife" çıkarırken, birileri de "Durumdan kokuşmuşluk" çıkarmaya niyetlendikleri zaman, basın özgür ve bağımsız olsaydı, bugün Yüce Divan'a gidecekleri tahmin edilen pek çok isim, tasarladıkları işleri çevirmeye cüret edemezdi.

"28 Şubat ne iyi oldu" diye övgüler döktürüp, Fadime Şahin'in başörtüsünde rejim tehdidinin kanıtlarını arayanlar, o gün biraz da, dönen dolaplarla rejimin nasıl bir soyguna sahne olduğunu işlerlerdi, bugün siyasetin de, basının da itibarı, bu düzeye düşmezdi.

İktidar sahiplerinin temizliğine hiç aldırmayan, onları davetlerde ağırlayan, hediyelere, övgülere boğan sermaye sahipleri, herhalde şimdi hafif utanıyorlardır.

Dileriz, Türkiye ciddi bir temizlenme dönemi yaşar.

Belirli dönemlerde suskunluğu rejimin gereği olarak görenler de, "Rejim"in temelinin "Temizlik" olduğunu görür.

ŞAKA

Kırmızı Kitap!
Yarın'ın haberine göre, "Gizli Anayasa" olarak da bilinen "Kırmızı Kitap", yeniden yazılacakmış.

Ben olsam bu "Kırmızı Kitap"ın yeniden yazımını, Orhan Pamuk gibi değerli bir yazara verirdim.

O da, "Bir gün bir kitap yazdım. Hayatım değişti" diye başlardı işe.

FARKLI NİTELİK

Irak'a Türk askeri neden gitsin ki?
Türkiye'nin, Irak Harekatı öncesinde "Yetki Tezkeresi"yle Amerika'ya destek vermesi ile, Amerikan işgalindeki Irak'a asker göndermesi farklı şeylerdir.

Şu anda Irak'taki durumu, ilgili toplum kesimlerinin konumunu ve Amerika'nın Irak'ta yapmak istediği işin zorluklarını, hep birlikte izliyoruz..

Amerikan ordusunun bir türlü ele geçiremediği Saddam Hüseyin'i, Irak'taki Sünni Araplar'ın hala desteklediği belli.

Buna karşı Kuzey Irak'ın Kürtler'i, açık biçimde Amerika'nın yanında.

Şii Iraklılar ise, Amerika'yı izliyorlar, Saddam'a karşılar, işgali protesto ediyorlar.

Türk askeri Irak'ın bu tablosu içinde, kime karşı, hangi görevle gönderilebilir?

Irak'a asker göndermesi istenenlerden mesela Hindistan, neden "Hayır" dedi sonunda?

Bir başka mesele de şu..

Irak, şu anda ABD Dışişleri'nin değil, Pentagon'un (veya ABD ordusunun) yönetiminde.

Yani bundan sonra Irak üzerinden kurulacak Türk-Amerikan diyaloğu, siyasi olmaktan çok askeri içerik taşıyacaktır.

Bu da "Stratejik" değil, olsa olsa bir "Taktik" ittifak anlamına gelir.

Mesajlarınız için: mbarlas@sabah.com.tr


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler



Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır