|
|
EMRE AKÖZ
Yarın 15:22'de deprem olacak
O ne gündü öyle! Çarşambadan söz ediyorum... Öğleden sonra Zevcenur Hanım'dan telefon geldi "atv altyazı geçiyormuş... İki saat içinde deprem olacakmış." Yok ya! Kim diyor? "Komşumuz Tankut Bey az önce aradı... Ona da eşi Zehra söylemiş..." Peki Zehra nereden biliyormuş? "Zehra'ya da annesi Antalya'dan telefon etmiş. Tankut Bey, 'Emre birilerine sorsun' diyor."
Haydaaa! Böyle bir şey mümkün değildi. Çünkü 1) Bir depremin ne zaman olacağını saatiyle belirleyecek bir teknoloji henüz geliştirilmedi. Olsa dahi Türkiye'de yok. 2) Değil ATV, hiçbir medya kuruluşu böyle bir haberi vermez. Elinde bir takım muğlak bilgiler olsa dahi, paniğe yol açacağı için bunu yapmaz.
Zevcenur Hanım'a bunları söyledim ve ekledim "Yine de ben bir bakayım. Belki de vahim bir hata oldu. Yanlışlıkla öyle bir duyuru girdi. Sen Tankut Bey'i ara, içi rahat etsin."
Soruşturdum. Olay söylentiden ibaretti. Tam telefon edeceğim, Zevcenur Hanım yine aradı "Tankut Bey çok gergindi. İnanmadı. 'Ateş olmayan yerden duman çıkmaz' dedi. Bu arada ben Bağdat Caddesi'nde mağazalara bakıyorum. Millet çıldırmış vaziyette. Herkes birbirini arıyor. Ağlayanlar var."
Bir daha anlattım. "Sen yine ara, hatta gazetenin bu söylentiyi haber yaptığını belirt" dedim. 15-20 dakika geçti. Yine telefon "İnanmıyor. 'Emre doğru yerlere sormuş mu bakalım' diyor."
Uzatmayalım, çarşamba akşamüstümüz böyle geçti.
****
Şimdi... Söylenti çok ilginç bir toplumsal olaydır. Bir kere sanılanın aksine hemen tüm söylentiler saçma değil, aksine gayet akla yatkındır. Zaten gücünü de buradan alır.
Söylentide bir haber veren (söylentiyi aktaran) vardır, bir de alan... Ancak biz, yukarıda anlattığım gibi, bir de 'haberi talep eden' ile karşılaştık. Tankut Bey kendince 'doğru haber' avına çıkmıştı. Ancak doğru haber, yani 'olayın söylentinden ibaret olması' onu kesmiyordu. İkna olmuyordu. Çünkü bir kere söylentiye inanmıştı. Bundan vazgeçmek istemiyordu. Kendini reddedilmiş hissediyordu. Ayrıca duygusal şantaja da başvuruyordu "Söylemediğinize göre beni umursamıyorsunuz. Bizi sevmiyorsunuz."
Asıl derdi şuydu Borsada oynayan bir spekülatör gibi 'içeriden', 'yukarılardan', 'bilenlerden', 'uzmanlardan' gizlenmekte olan bilgiyi sızdıracak... Ve bu bilgiyi kendi referans grubuyla yani ailesiyle, iş arkadaşlarıyla ya da mesela mensubu olduğu derneği üyeleriyle paylaşacaktı.
Ama böyle bir bilginin olmaması... Yani olayın 'söylentiden' ibaret kalması ise canını sıkıyordu. 'Olmayan bilgi'nin hiçbir esprisi, getirisi, avantajı yoktu çünkü.
İşin komiği bu mesajları aldıktan sonra deprem olmaması için dua ettim. Söylentiyle deprem arasında hiçbir ilişki yoktu. Ama gel de anlat Söyle 5.5'luk bir sallantı ne yalancılığımız bırakırdı, ne de vicdansızlığımızı! Az daha cep telefonlarının kurbanı oluyorduk.
Çamurlu propaganda
Dalyan ve civarından söz etmiştim. Bu turistik kasaba 1.5 km uzağındaki çamur banyolarıyla da ünlü.
Yerli ve yabancı turistler siyatiğe, çeşitli ağrılara, cilt hastalıklarına iyi geldiği söylenen bu çamura büyük ilgi gösteriyor. Hele Ruslar; bayılıyor! Çamura bulanıp bir saat kadar kuruyorlar. Sonra da yıkanıp buradaki kafelerde bir şeyler yiyip içiyorlar.
Buraya kadar her şey normal; değil mi? Ancak bu tesise geldiğinizde gözünüze ilginç yazılar çarpıyor. Sınıflardaki tahtalara benzeyen yeşil bir pano. Üzerine altın sarısı, büyük harflerle bir şeyler yazılmış. Herhalde bir belediye başkanının ya da Turizm Bakanlığı'ndan bir yetkilinin filan marifeti.
İlk olarak "Türklüğümle gurur duyuyorum" ibaresini görüyorsunuz. Yahu onca turistin geldiği bir yerde bu yazının ne işi var? Bana ne Türklüğünden gurur duyuyorsan? Hadi beni dolaylı da olsa ilgilendirir, peki 2 Türk'e 12 turistin düştüğü çamur banyosunda böyle bir milliyetçi propagandanın gereği ne?
Derken bir başka yazı daha karşınıza çıkıyor. Hataları da dahil aynen aşağıya alıyorum
Yaşam denilen bu süreç içerisinde herkezi kandırabilirsiniz. Yalan söyleyebilirsiniz, senaryo çizip çevre edebiyatı yapabilirsiniz. Hatta kendi kendinizi tanımadan aldatarak bir ömürü tüketebilirsiniz ama asla cenabı Allahı ve tabiat anayı kandıramaz, aldatamazsınız. Bu güzel iki varlık dürüstlük, samimiyet, sevgi ve saygıya yer verir. Hürmetler
Ne bu şimdi? Çamur banyosuyla ne ilgisi var? Bağlantıyı kuran varsa bana da anlatsın...
En çarpıcı giriş
Bir kitap alıyor ve ilk paragrafı okuyorsunuz
"Her şey çok hızlı başladı. Yedi kişiydik. İki hafta sonra yirmi, otuz kadar olduk. İki ay sonra en küçüğümüz ailesini kaybetti, diğerlerimiz de elimizdeki fırsatları... Delilikti. Başlangıçla sonu yan yana koyar, aradaki her şeyi unutursan... Çılgınlık bu..."
İnsan nasıl da merak ediyor, değil mi? Kimdi bunlar? Kaç yaşındaydılar? Ne yaptılar da onca şeyi kaybettiler? Kaybettikleri neydi?
Böyle bir romanı yutarcasına, bir solukta okursunuz.
Meğer bu bir hayali cümleymiş. Haberi aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül'ün Temmuz-Ağustos sayısında okudum. İngiliz Independent dergisi okurları arasında iki ayaklı bir yarışma düzenlemiş.
Önce 50 romanın bir ya da birkaç cümleden oluşan ilk paragraflarını sıralayıp bunların hangi yazarın; hangi romanından olduğunu sormuş. Gazete başka bir şey daha yapmış. "Hadi" demiş okurlarına, "siz de 50 kelimeyi geçmemek şartıyla hayali bir romanın ilk cümlelerini yazın. Bakalım en ilgincini kim kuracak?"
Sonuçta Simon Campbell adlı okur yukarıya aldığım hayali giriş paragrafıyla birinci olmuş. Bence gerçekten etkileyici...
1.5 DOLARDAN MİLYONLARA
Bir şeyin değeri zamanla nasıl da değişiyor. Haberi hatırlayın Teknoloji dergisi Wired bir insanın milyonlarca dolar değerinde olduğunu belirlemişti. Nasıl? Çünkü örneğin organ naklinin yapılabildiği bir çağda, hemen her organın bir fiyatı oluyordu. Peki ya eskiden? Burada geçenlerde sözünü ettiğim yazar Şevket Rado, 1940'larda yazılmış bir makalesinde şöyle demişti "Bir Amerikalı alim, insan denilen mahlukun kıymetinin ne olabileceğini, onu paraya vurarak hesaplamış... Bir insanın pazar kıymeti 1.5 dolar bile etmiyormuş."
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|