|
|
ALİ KIRCA
Kadınlık zor zenaat
"İstanbul'un 'High Society' mekânlarını bir yana bırakın... Ama ülke genelinde, Türkiye'nin kadınları hâlâ yalnız başlarına ya da baş başa bir yerlere gidemezler. Giderlerse, mutlaka 'aranıyor'lardır. Bu ülkenin genç kızları, yalnız başlarına ev tutup oturursa, geleni gideni gözetim altına alınır.
Bu ülkenin kadınları, kazara bir de dul kaldılar ve yalnız hayatlara mahkum oldularsa, erkek saldırganlığının ya da şüphelerinin prangası hep boyunlarındadır.
Oto-stopların makbul yolcuları kızlar ve kadınlardır.
Böyle durumlarda, kadının 'seçme' hakkı yoktur. Olsa olsa 'seçilme' hakkı vardır.
O hak, ahlak toplumunun erkeklere bahşettiği doğuştan kazanılmış bir haktır. Değiştirmek ne haddinize!
Siz, hâlâ övünün bakalım, 'Avrupa'nın kadına seçme-seçilme hakkı tanıyan ilk ülkelerinden biri biziz' diye..
Kadının seçme hakkı varsa, ne diye Anadolu'da da, beğendiği erkeğe evlenmek için 'görücü' gönderemiyor? Çok mu saçma? Çok mu başka? Daha hayatının her anını paylaşacağı erkeği seçemezken, mahalle muhtarını seçse ne yazar ki?
Bence bu kafayı değiştirin!"
Diye yazmıştık sekiz yıl önce.. Ne değişti ki geçen yıllarda?
O yazının son cümlesindeki çağrı, "Yasaları, kuralları, yönetmelikleri" değiştirin demiyordu ki zaten.. Onlar ne kolay değişirdi aslında... Değişti de çoğu..
Ama kafalar "taş" gibi duruyor yerli yerinde inatçı direnişlerle akan zamana..
Kabul edin ki "üçüncü sayfa" haberlerini okuyanlar hâlâ anlaşılmaz bir şüpheyle bakıyor tecavüz mağdurlarına.. Yaşı, sosyal konumu ve tecavüzün şekli ne olursa olsun "Canım o da.." diye başlayan "arsız ve saygısız" sözcükler sesli-sessiz terennüm ediliyor..
Çünkü yerleşik dilin en temelsiz ve yersiz "özdeyiş"lerinden biri diş gösteriyor "Dişi....kuyruk sallamazsa..."
Erkekler boşanınca "bekârlığa hoşgeldin" partileriyle karşılanırken, kadınlar "dulluğun trajik yalnızlıkları"na doğru yolculuğuna başlıyor.. Zaten medeni hali sorulunca hiçbir boşanmış erkek "dul" demiyor kendine.. "Bekar" diye not düşürtüyor "iyi hâl" kağıtlarına..
Dul sözcüğü, kadınlar aleminin tek fasiküllü sözlüğüne hapsoluyor.
Bu yazının girişinde yer alan satırların yazıldığı tarihle bugünün takvim yaprağı arasından bir "kadın başbakan" geçti bu ülkede... Onu "yüksek yüksek tepelere" nasıl olduysa "lâyık" gören erkekler dünyası, onun oralarda "kadın" gibi durmasına bir an bile izin vermedi..
Sonuçta, aradaki sekiz yılda sıfatının başında "kadın" yazan, lâkin oturduğu koltukta kadınlığını zerrece yaşayamayan, kadınlığı zerrece yaşatılmayan bir başbakan gelip geçti.. Hüzünlü bir öyküydü aslında..
Önceki akşam Larry King'te, eski başkan Bill Clinton'ın eşi Hillary Clinton'ı dinledim yine hüzünlerle.. Eşinin Beyaz Saray serüvenlerinin "acıklı" kısmının yine kadına düştüğünü, bedelin yine kadına ödetildiğini de... Yani o "ışıklı" yeni dünyada!. Yine bir başka dünyada da, ülkenin prensi değil, prensesi ödemişti en ağır bedeli.. Hem de canıyla.. Yani kadın olmak zor zenaat, dünyanın her yanında! Kurur işte, yakıcı ışıkların altında bütün "pınar"lar..
Kadınlık zor zenaat, başlığını attıransa bunların hiçbiri değil.. Bu akşam kanseri tartışacağımız Siyaset Meydanı öncesinde bize ulaşan uzun bir mektup.. İznini almadığım için adını yazamam, ama söylediklerini aktarabilirim
"Göğsümün yerinde yeller estiğini fark ettiğimde çok sakindim. Halbuki buna dayanamazmışım gibi geliyordu. İlk gittiğim doktor 'hem de o da bir kadındı' göğsümün alınması gerektiğini söyleyince ben de şart mı, dedim. Bana sadece estetiğimi düşündüğümü söyledi. Tabii ki göğsümüzü kaybetmemek için ölümü göze almıyoruz ama çok gerekiyorsa yapılmalı. Belki başka uzuvlarını kaybedenler gibi sakat kalmıyorsunuz ama ruhunuz sakat kalıyor. Artık kızınız ve eşiniz görmesin diye kapalı kapılar ardında soyunuyorsunuz.
Aslında benim için kadın-erkek fark etmez ama yine kadınların hayatı daha zor, işin doğası bu!"
Kilit sözcükler de bunlar değil mi zaten İşin doğası..
Velhasıl, zor zenaat kadınlık, zor!
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|