kapat
26.06.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

SOLİ ÖZEL


Muhasebe zamanı

Geçenyıl mayıs ayında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit hastaneye kaldırılmıştı. O günden beri Türkiye'nin zaten hayli hareketli olan gündemi başdöndürücü bir hale geldi. Sanki tüm ülke lunaparktaki radara binmiş gibiydi. İnsanın yüreğini ağzına getiren bir hızla virajlar alınıyor, dimdik yokuşlardan iniliyordu.

Seçimlerle Türkiye'nin siyasi tablosu tamamen değişti. Bir siyasetçi nesli, hakettiği şekilde, emekliye sevkedildi. Yepyeni, denenmemiş ve dünya görüşü oturmamış bir ekip iktidara geldi. Bu ekibin ideolojik geçmişi nedeniyle yerleşik iktidar yapısıyla arasında kan uyuşmazlığı vardı. Üstelik de kendisini bir dış politika fırtınası içinde buldu.

Türkiye'nin AB üyelik süreci ve Kıbrıs meselesinde kritik dönemeçlere gelinmişti. Kopenhag'da AB'nin siyasi cesareti ve vizyonu sınanacaktı. Çuvalladı. Kıbrıs konusunda ise Annan Planı'nın sağladığı imkan çerçevesinde Türkiye'nin değişen dünya şartlarına uygun bir adım atıp atamayacağı anlaşılacaktı. Atamadı.

Asıl önemlisi Irak'ta savaş yaklaşmaktaydı. ABD'nin Irak'a karşı başlatacağı askeri harekat yalnızca komşu bir ülkenin saldırıya uğraması, bu ülkedeki rejimin değişmesi anlamına gelmiyordu. Daha kapsamlı olarak dünya sisteminin bilinen ve alışılmış kuralları değişiyordu.

Ortadoğu bölgesinin tümüyle ve radikal şekilde yeniden yapılanması ya da kaosa sürüklenmesi söz konusuydu. Dünya düzeninin belkemiğini teşkil eden Atlantikötesi ilişkiler de bu süreç içinde ciddi hasar gördü.

Değerlendirme ihtiyacı
Bu denli köklü değişiklikler hem içeride hem dışarıda yaşanırken Türkiye, yaşananların anlamı üzerinde fazla düşünebilme imkanı bulamadı. Olayların akış hızı durup muhasebe yapmayı güçleştiriyordu. Ancak şimdi ABD ile ilişkilerin nasıl toparlanacağı bağlamında bir değerlendirme ihtiyacı hissediliyor.

1 Mart tarihi hem Türk-Amerikan ilişkilerinde hem de Türkiye'nin siyasi tarihinde gerçekten önemli bir gün olarak tarihe geçecek. Dolayısıyla o gün verilmiş kararın anlamını, bu karara yol açan dinamikleri iyi anlamak gelecekteki siyasi vizyonun tanımlanması için de şart.

Foreign Policy dergisinin Türkiye baskısının bu hafta çıkacak yeni sayısında Gül Barkay ve Şuhnaz Yılmaz "Irak Savaşı öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelerin Türk-Amerikan ilişkileri tarihine daha önceki örnekler gibi yüksek tansiyonun neden olduğu ama ölümle sonuçlanmayan ciddi bir kriz olarak geçeceğini" öngörüyorlar.

Fırsat kaçtı mı?
Bu değerlendirmeye 1 Mart oylamasıyla simgelenen sorunlara rağmen iki tarafın ortak çıkarlarının ilişkilerde bir kopmayı engelleyeceği görüşü hakim. 1 Mart oylaması da bir hata olarak görülmüyor.

Ancak aynı yazıda vurgulandığı gibi ilişkilerde ortak çıkarların, tarafların birbirilerinden beklentilerinin yeniden tanımlanması gerekiyor.

Murat Yetkin ise Radikal gazetesinde 8-14 Haziran tarihleri arasında "Bir Krizin Perde Arkası" başlığıyla yayınlanan yazı dizisini "Türkiye'de ABD'nin de desteğiyle 50 yıldır düşe kalka gelişen çok partili parlamenter demokrasi sonunda çalıştı, ama yanlış çalıştı" diye bitiriyor.

Yetkin'e göre 1 Mart oylamasıyla "Türkiye şimdiye dek yakaladığı belki de en büyük dışa açılma ve bölgesinde etkinliğini artırma fırsatını kaçırmış bulunuyor".

Gerçekten bir fırsat kaçmış mıdır? Hangi manada kaçmıştır? Hepsinden önemlisi 1 Mart oylaması siyah/beyaz zıtlığı içinde değerlendirilebilecek bir dönüm noktası mıdır? Örneğin tezkere geçseydi AB paketleri çıkabilir miydi? Kuzey Irak'ta ABD ile Türkiye arasında hiç sorun çıkmayacağından emin olunabilir miydi?

Bu sorular üzerinde düşünmekte sanki yarar var.


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, Bilgin Elektronik Yayıncılık ve İletişim A.Ş. - Tüm hakları saklıdır