|
|
ANNI PODIMATA
AB ülkeleri ve halkların baskıları
Nereden bakılırsa bakılsın hiçbir şey artık eskisi gibi değil! Bundan 3 buçuk yıl önce, 1999 yılının Eylül ayında Türkiye'yi ve -çok geçmeden Yunanistan'ı- yasa boğan deprem felaketleri Türk ve Yunan halklarının birbirlerine karşı duyduğu anlayış ve dayanışma duygularını "serbest" bırakmış; bunun yol açtığı siyasi yakınlaşma temelleri hemen hemen aynı anda Dışişleri Bakanları Yorgo Papandreu ile İsmail Cem tarafından benimsenerek Türk-Yunan ilişkilerindeki tablo değişivermişti.
Bu açılan yolun dönüm noktasını, kuşkusuz, 1999 yılının Aralık ayında Avrupa Birliği'nin Helsinki doruk toplantısında alınan kararlar oluşturdu. Bu toplantıda Yunan tarafının tavır değiştirmesi sonucunda Türkiye'nin arzu ettiği Avrupa Birliği'ne adaylık statüsüne yeşil ışık yakılmıştı.
O günden bugüne, iki ülke arasında "hafif rekabet" konuları olarak adlandırılan birçok ikili anlaşma imzalandı ve dahası, sivil toplumlar düzeyinde atılan adımlarla karşılıklı anlayış ve işbirliği iklimi yaratıldı.
İşadamları, tüccarlar, gazeteciler, diplomatlar ve kamu çalışanları temasa geçerek birbirleriyle tanışma ve birbirlerini dinleme fırsatı buldular. Bunun sonucunda tabular yıkıldı ve yavaş yavaş aralarında bir güven duygusu oluştu.
Hava sahası ve ihlâl
Buna karşın, toplumların kaydettiği bu önemli ve büyük başarının aynısı, en azından bugüne kadar, iki ülke arasında "büyük konular" olarak adlandırılan alanlarda kaydedilemedi.
Ankara'nın Kıbrıs konusunda izlediği yöntem ve Rum tarafı için de "oldukça sancılı" yönleri olan Annan planı etrafındaki müzakereler sürecinde birbirine tezat oluşturan bilgilerin Atina'ya ulaşması, Yunan tarafında hayâl kırıklığı yarattı. En önemlisi Ankara'nın, iki ülkeyi ayıran büyük konuların çözülmesi karşısındaki gerçek niyetinin ne olduğu soruları doğmaya ve bu soru işaretleri özellikle son dönemde Ege hava sahasında gözlenen gerginliklerin yoğunlaşmasıyla artmaya başladı.
Türk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün dile getirdiği Türkiye'nin görüşleri zaten bilinmektedir. Ancak burada sorulması gereken soru, Genelkurmaylığın söz konusu Türk görüşlerini "anımsatmak" için niçin, -her an bir kazanın yol açılabileceği tehlikesini doğuran- ihlâlleri artırma yolunu seçmiş olduğudur... Türkiye'nin de Yunanistan'ın da kabul ettiği Avrupa Konseyi'nin Helsinki kararları, daha değişik bir yöntemden söz etmektedir. Yani Sınırsal anlaşmazlıkların -Türkiye'nin desteklediği gibi- barışçıl yollardan tayinini öngörmekte olup; herhangi bir uzlaşma sağlanamazsa, bu konuların -Yunanistan'ın desteklediği gibi- Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesidir. İki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları Müsteşarları düzeyinde, aylar önce başlayan ve normal düzeyde sürdürülen görüşmeler, bugüne kadar herhangi somut bir sonuca varamamışsa da bu mantık üzerinden yürütülmektedir.
Aynı fikirde değiller
İki ülke arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesinde ilerleme kaydedilememesi, Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu iklimi hassaslaştırmakta olup; özellikle Türkiye'nin Avrupa yolunu "sabote" etmektedir. Bunun ise, bazı çevrelerin Yunanistan'ın "intikamcı" davranacağı inancıyla ilgisi yoktur.
Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesi, Yunanistan'ın seçmiş olduğu bir stratejidir. Ancak maalesef tüm Avrupa ülkeleri aynı düşüncede değil. Türk hükümeti ve kamuoyu, bunun böyle olduğuna Kopenhag zirvesi günlerinde ve hemen sonrasında Avrupa'nın sınırlarıyla ilgili tartışmaların gündeme geldiği sırada resmen tanık olmuştur. Avrupa Birliği Konseyi'nin Türkiye'ye üyelik için müzakere tarihi verilmesiyle ilgili kararı alacağı 2004 yılının Aralık ayı yaklaştıkça, bu ülkelerin çoğu -kendi kamu oylarının da baskısıyla- Türkiye'nin Avrupa yolunu tıkamak ve gereğinde geri çevirmek için çeşitli mazeretler getirecektir.
Bizim dileğimiz -ve uğraşımız- böyle bir olasılığı bertaraf etmek için yapmanız gereken hareketleri bir an önce yapmanızdır.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|