|
|
İranlı aydınlar ABD'yi bekliyor
Kitaplarını Farsça'ya çeviren bir yayınevinin davetlisi olarak geçen ay İran'a giden Orhan Pamuk; baskının hakim olduğu rejimin insanları 'bıktırdığını' gözlemlemiş Devlet evlerde içki içildiğini biliyor.
Umutsuz pek çok İranlı aydın, ki yurtseverliklerinden de hiç şüphem yok, "Ah ABD Irak'ta yaptığı gibi bir şeyler yapsın" diyor. Batılılaşmış orta sınıflar, evlerin içinde yaşıyorlar. Eve girince kadınlar başlarındaki örtülerini çıkarıyorlar, devrimden önceki hayatlarını yaşıyorlar
'Yeni Hayat' ve 'Beyaz Kale' romanlarını Farsça'ya çeviren yayınevinin davetlisi olarak İran'a giden yazar Orhan Pamuk, izlenimlerini SABAH'a anlattı. İlk kez İran'a giden Pamuk, kendi deyimi ile Tahran, İsfahan, Kazvin ve Humeyni'nin doğduğu kent olan Kum'u 'turist' olarak gezdi, İranlı aydınlar ile birlikte oldu, onların ağzından baskıları dinledi.
İran hakkında yazmak ve konuşmak istediğini anlatan yazar en çok 'yanlış anlaşılmaktan' korktuğunu söylüyor. Pamuk, "İran'da yaşanan baskı ile İran kültürü, halkı arasında çok büyük bir ayırım yapmak isterim. Oradaki insanların çektiği çileyi, kimi zaman devletin gözükmez gibi oluveren baskısını anlatırken o kültüre, insanlara, o ülkeye saygısızlık etmekten çok korkarım. Mesajımın kabalaşmasını istemem. Tek derdim bu" diyor. Bu küçük korkusunu aktaran Pamuk, daha sonra İran'la ilgili izlenimlerini bizimle paylaştı.
SİSTEM MENGENE GİBİ
* İran'a ilk kez gittiniz, gitmeden önce İran hakkında ne düşünüyordunuz?
Kafamda dünya basınının ve Türk basınının çizdiği gibi İran'la ilgili 'kapalı bir toplum, demokrasinin sınırlı olduğu bir İslam Cumhuriyeti' olduğu resmine sahiptim. Ama İran'a gittiğinizde karşılaştığınız görüntü kavramlar değil, insanlar. Üstelik bu insanların büyük bir çoğunluğu aynı düşünceleri, arkadaşlıklar ilerledikçe sizinle paylaşıyorlar. O zaman en kapalı toplumda bile orada yaşayan insanların çok sıkıntıda olduğunu, öfkeli olduğunu, onların insan olduğunu görüyor ve onları seviyorsunuz. Türkiye'deki önyargı dediğiniz şeylerin geri döndüğünüzde önyargı olarak değil gerçeğe yakın bir boyutu olduğunu da düşünüyorsunuz.
Orası kapalı bir toplum, orada özellikle Batılılaşmış, orta ve yukarı sınıflara kötü bir baskı var. Bu insanlar bu baskıya sanki vücuduna bir demir sokulmuş, bu demir ile yaşaması gereken ve bununla kıvranan, bu demiri içinden atmak isteyen, demire sinirlenen, bir yandan ona artık çok alıştığını söyleyen, sonra içine girdiği için kendini suçlayan durumda. O demir mengene yani sistem, toplumu sıkmış vaziyette. İnsanlar bununla yaşamak zorunda ne yazık ki...
* İran'la ilgili önyargılarınız doğrulandı mı?
İki önyargım vardı. Birincisi kadınların kabul edilemeyecek bir baskı altında olduğu idi. İkincisi de yazarların yazıp çizme özgürlüğünün baskı altında olduğu idi. Bunun üzücü bir biçimde gerçek olduğunu gördüm.
* Sokaktaki İran ile evdeki İran arasındaki farklar neler?
İran'da Humeyni devrinden önce Batılılaşmış, Batı değerlerini benimsemiş orta sınıflar vardı. Etnik çeşitlilik olan bir ülkede ayrıca komünist hareket de Türkiye'den bile güçlüydü. Sonra 60 yaşında bir kadın görüyorsunuz, başörtüsünün altında saçının sarı olduğunu görüyorsunuz. O kadın 40 yaşına kadar İstanbul'da Batılılaşmış bir orta sınıftan bir kadının Taksim'de Cihangir'de yaşadığı hayatı, rahatlık ve özgürlük içinde yaşamış, giyinmiş. Sonra bir devrim olmuş, o kadın bakkala giderken bile başını ve her yerini örtmek zorunda kalmış. Bu katlanılamaz bir şey. Bunlar Türkiye'deki Batılılaşmış orta sınıfın korkulu rüyası. Ve o korkulu rüyanın o kadının yüzündeki mutsuzluktan gerçekleşmiş olduğunu görüyorsunuz. Sonra o insanlarla, yazarlar, çizerler, kimisi oradaki sol, sosyalist, komünist hareket içerisinde yer almış insanlarla beraber oluyorsunuz. Onların 12 bini devrimden sonra asılarak öldürülmüş. Bugün Batılılaşmış orta sınıflar evlerin içinde yaşıyorlar ve evlerin içinde bambaşka bir hayat var. Başlarındaki örtülerini çıkarıyorlar ve devrimden önceki hayatlarını yaşıyorlar, kendi ürettikleri içkiyi içiyorlar. Ama o evlerin içinde çok yoğun bir hüzün, yorgunluk, öfke bile diyemeyeceğim bir bıkkınlık, bezginlik yaşanıyor.
* Devrim muhafızları kapıyı çalıp içki kontrolü yapıyor mu?
Hayır. Kimse kapıları çalmıyor. Laik ve Batılılaşmış bu insanların evlerinin içinde istedikleri içkiyi istedikleri gibi ürettiklerini ve tükettiklerini devlet de çok iyi biliyor. Kimse de gelip tak tak kapıyı çalıp, 'ne yapıyorsunuz burada, içki mi içiyorsunuz?' demiyor. Çanak anten de yasak ama herkesin evinde bir çanak anten var. Devlet de görüyor bunları. Teorik olarak bir cezası var ama o ceza uygulanmıyor.
* Muhalefetten söz edilebilir mi?
Örgütlenmiş muhalefetten söz edemeyiz. Fısıltı muhalefeti var. Muhalefet öfke, bezginlik ve dedikodu düzeyinde.
EV İÇİNDE HERKES ÖZGÜR
* Devlet evlerde neler olduğunu biliyor mu?
Devlet şunu diyor, 'Sokakları bırak evin içinde ne yaparsan yap. Ben de istediğim zaman uygulayacağım yasaklar koyacağım, sen bana, iktidarıma ilişmezsen sen sokağa çıkıp 'içki içmek istiyorum, bu iktidar devrilsin' demezsen ben de sana ilişmem, özel hayatına karışmam.' Böyle bir anlayış var. Rejim artık yorulduğunu, sevilmediğini, halkını mutlu edemediğini bildiği için kimsenin evlerinin içine karışmıyor. Ama herkesin özel hayatına karışıyor. Örneğin kadınların ne giyeceği, nasıl davranacağını belirliyor.
* Sizce aydınların İran'da rejimi değiştirmeleri mümkün mü?
Kehanette bulunmak istemem ama İran'da rejim muhalefetin ya da aydınların baskıları yüzünden değil mollaların kendi aralarındaki çatışmaları yüzünden değişecek diye düşünüyorum. Hiçbir demokrasi olmamasına rağmen seçime gidiyorlar ve seçime biraz değişiklik simgesi yaparak giden daha çok oy alıyor. Son derece dindar olan, hayatında hiç kravat takmayan bir molla bunu takınca oy alıyor. En sonunda kenarından kenarından demokrasi oyununu sınırlı oynamalarına rağmen, mollalar kendi aralarında rekabet olduğu için birazcık açılıyorlar. Ama bu dışardan bakınca çok yavaş ilerleyen ve bezdirici bir süreç. Bu yüzden çok umutsuzluğa kapılan pek çok İranlı aydın ki bunların yurtseverliklerinden de hiç şüphem yok 'Ah ABD Irak'ta yaptığı gibi bir şeyler yapsın' diye umut besliyor. Bu çok ürkütücü.
* İran'da sizi en çok etkileyen ne oldu?
İnsanların içlerine attıkları şeyler. Aynı şeyler büyük ihtimalle benim de başıma geldiğini ama bunları Batı'da değil, İran'a bakarak göreceğimi hissettim. Arkadaşlık ettiğim solcu, Batılı, laik bir çok aydının eleştirdikleri rejimi farkında olmadan bir yandan içselleştirdiklerini hissettim. O zaman kendimin de Türkiye'de aynı şeyleri yapıyor olabileceğimin, farkında olmadan içselleştirmiş olabileceğimi düşündüm. Bir baskı rejimi olduğunu insanlar bir yabancıya çekinmeden söylüyorlar. Ama şikayet ettikleri bu sistemin aynı zamanda ruhlarına da nüfuz ettiğini görmek beni çok üzdü.
ÖPÜŞME YERİNE OKŞAMA
* İran'da en büyük sıkıntıyı kimler çekiyor?
Batılılaşmış kadınlar, orta sınıflar ve aydınlar. Evde yapılmış votkayı, zemzem ve kolayı içerken o insanların düşüncelerinin baskı koşullarından zedelendiğini anlıyorsunuz.
* Sansür Kurulu'na ne diyorsunuz?
Bir sansür kurulu var ama İran'a iğneyi batırırken Türkiye'ye bazı bakımlardan benzediğini unutmamak gerek. Kitapları basabilmek için Kültür Bakanlığı'na kitap yollanıyor. Metin beğenilmez ise geri yollayıp, yazardan uzlaşmacı olması isteniyor. Şöyle ki, '17 sayfadaki üçüncü satıra dikkat et' deniliyor. Bunlar çoğunlukla seks, öpüşmek gibi 'edepsiz' kelimeler. 'Öpüş' kelimesi yasak, bu 'okşama' olmalı. İşte orada yaşayan aydınlar hazmedilmesi zor sansür ile baş etmek zorunda. Asıl sansür daha çok yeni yazarlar için. Çünkü daha meşhur yazarlar daha özgür. Eğer onların kitaplarını 'öpüş var' diye yasaklarsan, yurt dışındaki gazeteler sansürü anlatıyor. Bu da İran'da iyice baskı rejimi olduğunun anlaşılmasına neden olur. Bürokratlar yeni yazarların kitaplarını iyi okuyor, öpüş, cinsellikle ilgili ve devleti eleştiren bir şey varsa onlar size geri geliyor.
* Kitaplarınızda değişiklikler olmuş mu?
Ben bir noktadan sonra bazı ayrıntıları sormak istemedim. Türkiye'de benim kitaplarımda seks olmadığı söylenir ama yine de 2 yıl beklemişler.
* İran'da hangi yazarlar çok okunuyor?
Latin Amerikan yazarları, Gabriel Garcia Marquez, Hermann Hesse, Nietzsche, Türk yazarlardan ise Aziz Nesin ve Yaşar Kemal.
'Ben de otosansür uyguluyorum'
Din, ordu, Atatürk, Kürt meselesi gibi konularda ben de usul usul çaktırmadan otosansür uyguluyorum. Batılı bir yazarın standartlarından daha kısıtlı olduğumu çok iyi biliyorum. Bunları söylerken 'Türkiye'de özgür değilim' derken bile öfke çekeceğimi, sinirleneceğimi biliyorum.
Türkiye'de ünü daha yeni başlayan yazar, tıpkı İran'daki yazar gibi pek çok şeye dikkat etmek zorunda. Bizden daha zor baskı şartları altında yaşayan bir ülkeye bakarak, dudak kıvırarak 'bizde ne özgürlükler varmış' imasına girmek istemiyorum.
Uzak olmayan geçmişte bizde de onlardaki gibi sansür vardı. Biz Batı ülkeleri ile İran arasındaki yolun ortasındayız ve İran'ı küçümseyecek durumda değiliz.
Ödülünü almak için Dublin'e gidiyor
Tek bir kitaba verilen en büyük para ödülü olan 100 bin Euro'yu, IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü ile almaya hak kazanan Orhan Pamuk, 14 Haziran'da İrlanda'nın başkenti Dublin'e gidecek. 'Benim Adım Kırmızı' ile 135 yazar arasından birinciliği elde eden Pamuk, ödülün 25 bin Euro'sunu kitabı İngilizce'ye çeviren Erdal Göknar'a verecek. Yazar, 'parayı nasıl kullanacaksınız?' sorumuzu ise şöyle yanıtladı "Yazarlık hayatımın ilk 10 yılını 'acaba para nasıl kazanacağım?' diyerek geçirdim, ondan sonraki 10 yılda kazandığımı kullanıyordum. Şimdiki 10 yılımda artık 'kazandığımı nasıl kullanacağım?' diye dertlenmek istemiyorum."
Pervin KAPLAN
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|