Bir hafta sonu yazısı için belki sıkıcı gibi gelebilir ama ben yine de anadilimiz üzerinde bir kez daha düşünelim diye yazıyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın Türk yazarlarının Türk klasiklerini "öztürkçe" olarak yayımlama kararı geçtiğimiz haftalarda tartışma yaratmıştı. Hatırlayacaksınız kimi yazarlar ve şairler bu eserleri "sadeleştirelim" derken kimileri de kesinlikle karşı çıkıyordu.
Bu işe karşı çıkanlar esere müdahale edildiğini savunuyor, yazarın üslubunun değişeceğini, sadeleştirmenin o eseri bozmak anlamına geldiğini söylüyordu.
Kimse bir romanı hele ki anadilindeyse eline sözlük alıp okumayacağına göre kabul edilebilecek tek yöntem bu tür kelimelerin Türkçelerinin parantez içinde yazılmasıydı.
SADELEŞTİRME RİTMİ BOZAR
Karşı taraf ise düpedüz kelimeleri Türkçeleştirmekten yanaydı.Yalnız bir şartla..
Bu işi yaparken duyarlı olmak gerekiyordu. Hatta Selim İleri gibi bazı yazarlar "Bu işi şairler yapmalı. Çünkü sözcüklerin kıymetini en çok şairler bilir" diyordu. Aslına bakarsanız Türkiye koşullarında bunu söylemek bile bir tartışma konusu..
En iyi çeviriyi bile, orijinal dilinden okuduğu kitaba değişmeyen bir okuyucu olarak ben de birinci tercihten yanayım. Belki göze biraz rahatsızlık verebilir, ama anlaşılmayan kelimenin yanına parantez içinde yazarsınız Türkçe'sini gayet güzel olur. Çünkü aynı müzikteki ritim gibi her eserin de okunurken bir ritmi, bir doğal hali vardır ki bence sadeleştirme bu ritmi bozar!
TÜRK DİLİ BUGÜN TARTIŞILIYOR
Eyüboğlu Eğitim Kurumları'nda bugün gerçekleşecek "Türkçe-Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminde Sorunlar, Çözümler,Yeni Yaklaşımlar" konulu sempozyumda da bu sorun tartışılacak konular arasında. Bu yıl 2'ncisi gerçekleştirilen toplantı, sabah 9.00'da başlayacak ve 18.00'e kadar sürecek. Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen ilk, orta ve yüksek eğitim kurumlarından çok sayıda eğitimci Türkçe'deki sorunları, elektronik ortamda Türkçe eğitimini, edebiyat dersinde estetiği tartışacak.
Bu toplantı 5 yılda bir düzenleniyormuş. Hayır bence yanlış. Böyle bir toplantıyı bırakın her yıl, her ay yapsak bize yetmez.
Evet, tartışmalar kimi zaman kamuya yansıyor ama bilim adamları, yazarlar daha sık bir araya gelip Türkçe üzerine kafa yormalı. Yoksa oturduğun köşeden konuşmak kolay.
Dil zaten sürekli gelişiyor. Teknoloji ve çağdaş yaşamdaki değişikliklerle sürekli yeni kelimeler ekleniyor, diliniz başka dillerden etkileniyor.. Bu yüzden beklemek vakit kaybı!
Bir de Türkçe'nin yapısından olsa gerek gramer kurallarında, imlâsında ortak bir noktada buluşulamayan bir dil daha az vardır herhalde...
Hiç unutmam yıllar önce Almanca hocam Herr Prokosch (aynı zamanda Türkolog idi) elinde bir gazetede altını çizdiği iki paragrafı bana gösterdi ve cevaplayamadığım şu soruyu sordu. "Bak bu satırda öztürkçesi yazılı. Ama 2 satır aşağıda niye aynı kelimenin Farsçası kullanılmış?" Kem küm.. Ne bileyim ben?
Düşünsenize biz hâlâ birbirimize "Şu kelime böyle mi yazılır, yoksa böyle mi?" diye soruyorsak, hatta arada ufak bir tartışma çıkıyorsa- ki çoğu zaman bu gazetede bile başımıza gelir- bu dil üzerinde konuşmaya ihtiyacımız var demektir. Daha çok bir araya gelmeli, kurallar konusunda daha çok hemfikir olmalıyız.
ZORLA ÇIKARAMAZSINIZ!
Ayrıca dil konusunda muhafazakar düşünenlerden değilim. Belki şimdi birçok kişi eleştirecek beni ama yabancı kelimelerin tamamen atılıp yerlerine ille de arı Türkçe kelimelerin kullanılmasını savunmuyorum.
Çünkü bir sözcük günlük konuşmaya girmiş, yığınların diline pelesenk olmuşsa bir sebebi vardır. Dilimize zorla girmediyse zorla da çıkaramazsınız!
Her yabancı kelimenin ille de Türkçe karşılığı vardır diye de bir şey yok zaten. Yabancı bir dile hakim olanlar söylediğimi daha iyi anlayacaktır. Bazen öyle bir kelime çıkar ki karşınıza o sözcüğü mümkün değil hiç bir Türkçe kelime karşılamaz.
Ama burada şunu savunuyorum. Yabancı bir kelime Türkçe'ye girmişse, Türkçe dil kurallarına göre yazılabilir. Mesela daha çok magazin sayfalarında rastlıyorum. Hâlâ showman yazanlar var. Halbuki Türkçe olmasa bile "şovmen" diye yazmak işi daha kolaylaştırır.
Sadeleştirmekten bakın nerelere geldik..
Tamam, ben Türk dili uzmanı değilim. Hakkı Devrim'in de yerinde gözüm yok. Ama her gün yazı yazan, SABAH gazetesinde editörlük yapan biri olarak bu tür sorunları o kadar çok yaşıyorum ki.. Ben de merak ediyorum şu Türkçe'de neden ortak bir noktada buluşamıyoruz diye.. Mesela biri diyor ki "Filanca yazım kılavuzuna göre böyle". Bir diğeri de "Hayır, ben bilmem ne kılavuzunu bilirim!" Eee, hal böyle olunca herkese bir imlâ kılavuzu yazma hakkı doğuyor neredeyse!