İnsanoğlu "kuş" misali!
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildiğimden, hiçbir şey şaşırtmıyor beni.. Hayatın her alanında, dağda, bayırda, havada, karada, Ankara'da, yanıbaşımızda.. Yıllar yıllar olmuş.. Önce "Bir insan, bir hayat" diyerek karşınıza çıkmışım..
Her hafta hiç aksatmadan yıllarca sürüp gitmiş Sabah'ın eki Star'daki yolculuk, derken, ana sayfalara taşınmış ve adı "İnsana yolculuk" olmuş..
Her hafta hiç aksatmadan..
Birkaç yıl sonra, yeni bir "Pazar eki" hazırlanırken buyur etmişler oraya ve "Hayatın İçinden" yazılar kaleme almaya başlamışım..
Her hafta hiç aksatmadan..
Fazla bir zaman geçmeden yeniden ana sayfalarda, aynı ad ve "tad"la birşeyler karalamışım.. Ve bu "birşeyler"de atlanmayan tek şey, "insan" olmuş.. Bir avuç insan, bir yumak insan, bir yudum insan..
Aynı günlerde o "insan"lar ekrana çıkmaya başlayınca, "Hayatın İçinden" satırlar da devam etmiş ana sayfalarda..
Her hafta hiç aksatmadan..
Kısacası, "İnsana yolculuk"la benim yolculuğum birbirine çok benziyor, yani insanoğlu kuş misali!..
Sonra bir "sürpriz" daha yapıyoruz.. "Sabah Pazar Apartmanı"na kiracı olarak gidiyoruz..
Ev sahibi "buyur" diyor, buyuruyoruz..
Evin "dekorunu, kitaplığını, rengini, kokusunu" değiştirmemeye çalışıyorum.
Hayattan, "hayatın içinden" ve "insan"dan kopmamaya yine...
Sonra yeniden bir başka "ev"e geçiyorum... Bir süre böyle gidiyor..
Sonrası, "iyilik sağlık" şairin dediği gibi..
İç sıkıntılarla ve "yazısız" geçen birkaç hafta sonra, "Günaydın"la uyanıyorum bu kez..
Günaydın... İlk göz ağrım..
80'lerin başında, "Bir ton hamsi balığı alıcı bulamayınca koktu ve çöpe döküldü" diye ilk imzalı haberimin çıktığı gazete..
Şimdi mi? İyilik, sağlık, selam!
Yazı yazıdır, istenirse her zaman ve mekanda okunur, okutulur!
Yeter ki ferahlık olsun!
Hayatın kahrı mektuplarda gizli!
Öyle ya eskiden mektuplar vardı... Derdim "Mektup nostaljisi edebiyatı" yapmak değil ama sahiden bir başka keyfi vardı "mektup zamanları"nın.. Dokunulurdu, kalbe götürülürdü.. Sanal ve mekanik değil, sahiciydi.. Olsun varsın, geç giderdi alıcısına ama beklemek de bir başka heyecandı..
Bırakın hayat biraz zor olsun!
Peki nerden çıktı bu mektup edebiyatı! Tabii ki ama siz de benim gibi bir dostun masama bıraktığı onlarca mektubu görünce, hatta o mektuplarda yazılanları okuyunca işte böyle zamana uzanırsınız da ondan! Hele hele dost dediğin "Apo Gardaş" adıyla maruf film yapımcısı Abdurrahman Keskiner, mektupları yazansa Yılmaz Güney olursa..
Gökyüzüne bakar dalar dalar gidersiniz...
35 yıl önce "iç sıkıntılar" içinde yazılmış satırları da, o yılların Türkçesi'ni de hüzün ve coşkusunu da "Yılmaz Güney sineması"nın kahırlarını da bir film şeridi gibi izler durursunuz..
Şimdi bilmeyenler için hatırlatalım..
İyi-kötü, küçük büyük 100'ü aşkın filmin yapımcılığını üstlenen, sinema sloganı "Umut Film Abdurrahman Keskiner iftiharla takdim eder" olan Apo Gardaş, tam sekiz yıl Yılmaz Güney'in "sırdaş"lığını, menejerliğini, iş ortaklığını yaptı..
64'ün sonlarından, 72'nin başlarına kadar..
"Çirkin Kral"döneminin sefasını da cefasını da çekti, kederini de tasasını da.. Dayanışmasına da tanık oldu entrikalarına da sırlarına da.. Alkışlara da öfkelere de..
Apo Gardaş, eminim ki "Yılmaz"lı Yıllar"ın kitabını yazacak bir gün..
"Sır, gizem ve coşku"yla süslenecek bu kitabın bir bölümünde mektuplar da yer alacak! (Bir kısmı da önümüzdeki çarşamba atv'de yayınlanacak.. Bir yudum İnsan-Keskiner Brothers bölümünde..)
İşte, istedim ki gazete satırlarına da kaydolsun..
Mektuplar, "İstanbul'dan uzak bir sinema starı"nın sinema heyecanına, kırılganlığına, şirket ilişkilerine ve de psikolojisine ilişkin örneklerle dolu.. Ve Güney'in iki yıl boyunca askerliğini yaptığı Muş ve Sivas'tan gönderilmiş Apo Gardaş'a.. 1966'dan itibaren... Bu döneme kadar da 50'ye yakın filmde başrol üstlenmiştir.. Bu arada askerliğini "ifa" ederken, izinli olarak kimi filmlerde de oynamaya devam etmektedir..
Evet, mektupların satıraralarında çok şeyler yakalayacaksınız biliyorum..
Ama bilin ki "mektup zamanları"nın güzelliğini de..
Şimdi rasgele ve kısaltarak birkaç örnek verelim istersiniz..
"Sevgili Apo..
Bizim komutanlara, İstanbul'da çektiğim Can Pazarı filminin baş tarafı, aşağı yukarı dört kısımlık bir çalışması laborutavurda yanmış dedim.. Muş'a gelip film çekeceğimizi kimse bilmesin.. Malatya deyin.. Sirkeci'de, Remington marka bir mavzer vardı.. Benden dört bin liralık bono istediler onun için.. O silahı alın gelirken getirin film için.. Patlamayan tabanca gelirse, gelenin kafasında patlatırım.. Selamlar.."
"Apo..
Filmdeki oyunculara dikkat et.. Daha önce oynadığım kadınlarla oynamam, iki filmi de aynı kadınla yapmam.. S... ci, b...tan karılar olmasın.. Yine düzensiz bir çalışmaya girdik..
Bu arada Pazar dergisinde çıkan yazı bizi duman etti. Durumlar oldukça karışık. O resimleri kim verdiyse bizim düşmanımızdır., askerliğin bitmesine 10 gün kaldı başıma işler açmak istiyorlar.. Her neyse.. Oyuncuların seçimine dikkat et.. Senaryoda bizi küçük düşürecek zedeleyecek bir durum olmasın. Artık yalnız kendimizi düşünmek zorundayız.. Filmlerin yarı kalma pahasına herşeyi yıkar bırakır giderim. Artık taviz yok.. Selam.."
"Abdurrrahman Bey..
Mektubu getiren arkadaş, bizim komutanın kayınpederidir. Dörtbin lirayı kendisinden almıştım. Eğer ödenmediyse, kendisine verin muhakkak. Beni mahçup etmeyin. Gazetecilerle başımı oldukça derde soktun. Buradaki halimi bir ben bilirim bir de Allah.. Çetin buradan giderken, benim cebimde iki yüz lira para vardı. Hiç düşünmedin mi bu adam parasız pulsuz ne yapar orda diye.. Gözlerinden öperim.." Yılmaz
Nebil ÖZGENTÜRK
|