İtalyanlara kızmayın, kabahat genlerinde!
Futbol fanatiklerinin yaptıklarına her zaman kızmışımdır ama bu seferki gerçekten dayanılmazdı.
Bu tür olaylarda duyduğum öfke ve korku İngiltere'nin Manchester Üniversitesi'nde geçirdiğim yıllara dayanıyor. Hayatımda gördüğüm en fanatik taraftarlardan biri olan Manchester United'lıların her maç öncesi ve sonrasında sokaklarda 24 saat olay çıkarmaları, etrafa saldırmaları yüzünden o günlerde evden çıkmaya korkardık.
Bu korku bile Leeds United-Galatasaray maçını Leeds'de izlememi engelleyememişti o başka mesele. Keşke Roma maçında da Roma'da olabilseydim. Allah bilir kendimi tutamaz o Capello denen alçağa (arkadan vuran alçak değil de nedir, bu gerizekalı vurmuyor saç koparıyor üstelik) ve polise çantamla, şemsiyemle, fotoğraf makinemle girişirdim.
Sözüm ona spor 'centilmenlik' demekmiş, sporcu centilmen olurmuş. Ne centilmeni, canavar bunlar. UEFA ceza vermekle kalmamalı, futbolun spor olduğunu ve kurallarını öğretmeli bunlara. Olay bir iki fanatikle sınırlı değil bu kez, işin içinde belgeyle sabit polis ve futbolcu saldırısı var.
İşin komik tarafı bu İtalyan milletinin karakterini, alışkanlıklarını inceleyince olayın onlar için sıradan olduğunu görüyorsunuz.
Adamlar kavgacı.. Kıskanç.. Her an suç işlemeye hazır.. Ve daha neler neler.
Bir İtalyanla evli olan ve yaşamını İtalya'da sürdüren İngiliz yazar Martin Solly yabancılar için yazdığı rehber kitapta bu özellikleri fazlasıyla anlatıyor
Carabinieri!
Maçı ve olayları TV'den izleyenler o gece Roma sokaklarında, üzerinde Carabinieri yazan polis otobüslerini de görmüşlerdir. İtalya'da her olay türü için farklı bir polis gücü var. Carabinieri bunlar arasında en önde geleni. Ordunun da bir parçası olduğu için askeri olaylara da, sivil polis olaylarına da bakıyorlar. Bu polislerin İtalyan ordusunun en iyi elemanları olduğu söylenmesine rağmen Carabinieri'lerin aptallığı İtalyan fıkralarına bile her zaman konu olmuş.
İşte bunlardan biri;
"Bir tren vagonu. Heyecanlı bir sohbetin ortasında yolculardan biri 'Bu arada Carabinieri hakkındaki son fıkrayı duydunuz mu?' diye sorunca karşısında oturan adam bozularak hemen söze girer 'Fıkranıza başlamadan önce benim eski bir Carabinieri generali olduğumu söylemek isterim..' Diğer yolcu gülümser 'Merak etmeyin bayım. Anlattıktan sonra sizin için tekrarlarız..' (Savaş filmlerinde İtalyan askerleriyle neden hep dalga geçildiğini de açıklıyor bu..)
Suç
İtalyanlar güvenlik konusunda birer ruh hastası. Böyle olmaya da mecburlar. Şehirlerinde saat başı araba hırsızlığı, her 86 dakikada bir kapkaç olayı, 2 saatte bir büyük soygun yapılıyor.
Suç bu kadar yaygın olduğu için ev ve mağazalar inanılmayacak kadar hassas (bazılarını çiseleyen yağmur bile çalıştırabiliyormuş) alarmlarla donatılıyor.
İtalya'da suçluların yakalanma ihtimali çok zayıf olduğu için korkuları da yok. Buna rağmen cezaevleri ağzına kadar dolu. İtalya'da sahtecilik, taklit ürünleri orijinal diye yutturmak öyle yaygın ki her an aldatılmanız mümkün. Yalan ve kurnazlıkla zor bir durumdan kurtulmak ise takdirle karşılanıyor. Böyle olduğu için hileye sapmayan İtalyanlar ciddi bir dezavantajla karşı karşıya.
Kırmızı ışıkta geçtikleri zaman kesilen cezanın ödenmek zorunda olmadığını biliyorlar. Sürücünün trafikte çalışan bir tanıdık bulması, o tanıdık vasıtasıyla polise bir maç bileti göndermesi yeterli.
Bütün İtalyan erkekleri (ve tabii polisler de) futbol fanatiği. Kanunlara hiçbir şekilde uymayan İtalyanlar için Martin Solly "İtalyanlar olmasa İtalya'nın kanunlarına mükemmel denebilirdi" diye yazmış. Loser (kaybeden) olmak her tür olaydan daha kötü karşılandığı için kuralsızlığın, kurnaz yalanların önüne geçmek de çok zor.
Bunları okuduktan sonra Capello denen o teknik direktörün terbiyesizliğini, polislerin, oyuncu ve taraftarların saldırganlığını daha iyi anlayabiliyorsunuz değil mi? Biz de Akdeniz ülkesiyiz ama bu kötü karakterleri 'milli özellik' olarak paylaşmıyoruz doğrusu.. Karşılaştırınca fark ortaya çıkıyor, bundan sonra kendimize fazla haksızlık etmeyelim.
MİLKA YERİNE NESTLE
Geçen hafta Eğitim Gönüllüleri'nin (TEGV) birçok büyük mağazayla (Metro, Çarşı, Mudo, Migros gibi..) yepyeni bir kampanyaya başladıklarını size duyurmuştum: "Ünlü Markaların Vitrininde Eğitim Gönüllüleri Logosu"
Bu kampanyaya katılmak için hiçbir özel gayrete veya fiyat farkı ödemeye gerek yok. Yapacağınız tek şey bir başka mağazadan alışveriş etmek yerine vitrininde bu 'logo'nun bulunduğu yerleri tercih etmeniz.
Örneğin; ev ihtiyaçlarınızı Migros veya Metro'dan aldığınızda birçok çocuğun eğitimine katkıda bulunmuş olacaksınız. Siz bunu yaptığınız takdirde, bir süre sonra diğer süper veya hipermarketler de kampanyaya katılmak zorunluluğunu hissedecekler.
Bilmeniz gereken bir başka nokta da mağaza kadar markalara dikkat etmek.. Yine örnek vereyim; Lux yerine Palmolive sabun, Signal yerine Colgate diş macunu, Köytur yerine Banvit tavuk, Milka yerine Nestle çikolata, Tamek yerine Tat, Demko konserve, Pınar yerine Maret sucuk, pastırma, Filiz, Piyale, Lunch and Dinner yerine Pastavilla makarna kullanarak da yine kampanyaya destek vermiş oluyoruz. Unutmayalım ki, eğitim alan her çocuk, kendimizin ve çocuklarımızın da yaşayacağı "daha iyi bir Türkiye" amacına hizmet edecek.
Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyenler için
Tel: 0216 492 32 32
E-posta: tegv@tegv.org
Website: https://www.tegv.org
Çok daha iyiler!
Sultans of the Dance'i geçen yıl, gösteri ilk başladığı günlerde izlemiş, 'Bu tür dans gösterilerine bir başlangıç olarak iyi ama Broadway'a gitmek için daha çok çalışmaları gerekiyor' demiştim, hatırlayacaksınız kıyamet koptu.
Köşe yazarı arkadaşlarımız 'Muhteşem, bundan iyisi olmaz' yarışına girdiler. Oysa sanatta 'kusursuz'a erişmek zordur. En kusursuz bulunan, dünya çapında en çok ödül alan sinema, tiyatro sanatçıları bile kendilerini yeterli bulmaz ve sürekli geliştirmeye çalışırlar.
'Sultans of the Dance' diğer ülkelerde de benzeri yapılan kalabalık bir şovun Türk müziği ve danslarına uygulanmasıydı. Elbette ilk bakışta bizim için son derece etkileyiciydi ama öbür şovları da izlemiş olanların eksikleri görmesi ve açıklaması da kaçınılmazdı.
O günlerde eleştirilerime bozulanlara 'Bu yaptığınızın, insanın kendi çocuğunun hatalarını gizlemesi veya görmemesinden farkı yok' demiştim. Bütün tepkilere rağmen, ben de -bize ait olduğu için- kendi çocuğum gibi gördüğüm bu şovun eksiklerini yazdım. Kalabalık bir grubun aynı hareketleri, aynı anda yapması ilk bakışta etkileyiciydi ama ayak hareketlerinde fazla tekrar vardı.
Kızların çoğu kilolu, bacaklar fazla kalın, danslar oturmamıştı. Kıyafetlerin çoğu, örneğin dansöz giysileri gerçekle alâkasızdı, neye dayanarak dizayn edildikleri belirsizdi.
Perşembe akşamı 'Sultans of the Dance'i televizyonda izledim. Gördüğüm kadarıyla büyük bir ilerleme var. Kızlar zayıflamış, kıyafetler biraz değişmiş, danslar yerli yerine oturmuş.
Broadway'a gitme niyetleri varsa şimdi kendilerine daha güvenerek gidebilirler. Eleştirilerin zararı değil, yararı olmuş. Kulak vermekte bir mahzur yok demek ki!
|