Yaşlı ölülerin arasına bir küçük misafir gitmişti..
Oraya vardığımızda herşey çok küçüktü.. Ya da evin içinde ölüm olduğundan ve de ölüm hep en büyük olduğundan, geride kalan herşey, her olgu böylesine küçük gözüküyordu göze..
Küçümencecik bir holun ortasına, inceden ince, salkım saçak, küçük bir battaniyenin üzerine yatırmışlardı çocuğu.. Bir eli ufaraktan battaniyenin dışına çıkmış çocuğu.. İçine soğuğun girip işlediği çocuğu..
Dokunacak olmuştum, bir kötü soğuktu.. Bir ölüm soğukluğu..
Üstünde, küçük beyaz bir örtü vardı.. Örtünün altında sanki küçük bir yumaktı.. Toparak bir yumak..
Ya biraz erken oradaydım, ya da biraz geç.. Ölümün orada olduğunu bilseydim gitmezdim.. Hiç gitmezdim.. Ölünün bir çocuk bilseydim hele, hiç ama hiç gitmezdim..
Çocuğun çevresi, başları beyaz yeldirmeli, şalvar giyimli kadınlarla çepeçevreydi.. Ağıt filan yoktu.. Gözyaşı hiç yoktu.. Ama öylesine sessiz bir uğultu, öylesine sessiz bir gürültü vardı ki içeride, hiç anlatılabilemem..
Başınız sağolsun, başınız, sağolsun, başınız sağolsun..
Ana, o en başta yere çömüp kalmış, kıpırtısız duran kadın olmalıydı. Hani, sıkça sıkça çocuğun üstündeki örtüyü baş tarafından aralayıp, elinin içiyle alnını silen olmalıydı ana.. Hani o örtü altındaki bir yumaktan farksız bebeği, uyuduğu uykusundan uyandırmaya kıyamayan, ama okşamadan da edemeyen o hatun kişi olmalıydı ana..
Tabi oydu.. Gözleri çok büyük büyük, çok dalgın, sanki tüm evrende şimdi ayaklarının dibinde yatan bebesiyle bir başına kalmışcasına..
Baba, gecekondunun yanındaki gözündeydi.. Bir yatağa bitkin uzanmıştı..
Günlerden bir gündü.. Büyükdere'nin oralarda, taa tepelerde bir yerlerde.. En tepelerde bir yerlerde.. İstanbul'un içinde başka bir İstanbul'du..
Aşağıda Boğaz bir parmak suydu.. Kocaman kocaman gemiler ise sanki miniminnacık oyuncak vapurlar..
Gülnur kız.. Daha üç yaşını doldurmamış Gülnür kız, bir sabah öncesine değin, buralardan aşağıdaki vapurlarla oynardı.. Kocaman kocaman tekneleri, bir küçük parmak dardesiyle alıp, bir yerlerden bir yerlere, Boğazın bir başından öbür başına götürüverirdi.. Avuçlarını aşağılara uzatıp istediklerini kapı kapıverirdi..
Ve de kendilerinin oynamadığı bir oyuna girişmiş, beyaz bir örtünün altında yatan, Başucuna anasını almış Gülnudr kızın en iş işlediğini meraktaydılar. Gülnur kız bu oyundan sıkılıp dışarıya çıkmasını beklemekteydiler..
Gülnur kızın ölümü mü?
Sıradan bir ölüm.. Çok rastlanan, bir ölüm.. İlansız duyurusuz bir ölüm..
Yan tarafta açılan bir gölet.. Akşam saatlerinde ön taraflarda çamaşıra duran bir ana.. O yaşlardaki merakla etraflarda dolanan Gülnur kız.. Sonra yokluğunun farkedilmesi.. Ve suyun içinde kapanmış bir halde bulunuşu..
Bir kesekağıdının içinden suya yayılmış birkaç tane ayçiçeği çekirdeği..
Olup olacağı bu..
Sıradan bir ölüm..
Ve Allah verdi.. Ve Allah aldı..
Ben bu olayı öyle durup durduğum yerde anımsamadım..
Bu sahibi olmayan şehirde, ye ye bitmez rantıyla bu İstanbul'un çocuklara ettiği işkencelerle ilintili olarak bir anlatayım dedim..
Aha, daha dört gün önce, dört çocuk daha şehrin içinde açılmış ticari bir gölette yitip gittiler.. 11 ile 14 yaşlarındaydılar.. O gölet'in başında oyuna durmak isterken boğulup çamurlara gömüldüler..
Bu dehşet manzaraları son zamanlarda hep böyle.. Her yıl çok çocuk bu tür göletlerde boğulup gidiyor..
Ne sorumlusu var, ne başka bir şey..
Sadece ve sadece Allah verdi, Allah aldı..
Bazılarının Allah belalarını versin..
Sana da selam olsun İstanbul şehri.! Hoyrat ellerde düştüğün şu hallara bak.. Çocukları yediriyorlar sana, çocukları..
İletişim için faks: (0212) 281 58 40