Herkesin hayatta "büyük" gıptaları vardır. Kimi bilim tarihine damga vuran bir araştırmacı olmak istemiş ama sıradan bir laborant olarak kalmıştır. Kimi en iyi orta saha oyuncusu olmak istemiş ama elinde bira, tuttuğu takımın futbolcularına ekran başında küfreden bir adam olarak hayatını sürdürmüştür. Tabii bir de küçük gıptalar vardır...
Küçük gıptalar nelerdir? Bunlar hayatınız boyuca başarabileceğiniz, sıradan, hatta önemsiz ama bir türlü olmayan, olamayan şeylerdir.
Bu konuda size kendimden örnek vereyim. Üniversiteyi Boğaziçi'nde okudum. Her Boğaziçli gibi ben de "Bebek Kahve"ye gittim. O zamanlar Bebek Kahve mütevazı bir yerdi. Örneğin, belki inanmayacaksınız ama ayakları sallanan, kırık dökük masalarının üzerinde mermerler vardı.
Bir köşede Bebekli, Etilerli kızlar dedikodu yapar, bir başka köşede Boğaziçili öğrenciler felsefe, edebiyat tartışırdı. Bebek Kahve'yi o kadar severdik ki Cumartesi ve Pazar günleri bile giderdik. (Ne var bunda demeyin; ben o zamanlar Kadıköy yakasında otururdum.)
Tabii Cumartesi günleri gitmemizin bir nedeni de Hilmi Yavuz'un dersleriydi. O zamanlar Cumartesi günleri de ders olurdu ve Hilmi Yavuz; İslam Felsefesi ya da Sosyal Bilim Felsefesi gibi dersleri Cumartesi sabahları yapardı. Ders bittikten sonra hep beraber Bebek Kahve'ye inip çay içer, derse devam ederdik. Sanırım bu örnekle Pazar günleri bile oraya gitmenin ne anlama geldiğini biraz olsun sizlere hissettirebildim.
İşte ortam buydu ve Pazar günleri Bebek Kahve'ye gittiğimizde herkes, hem sohbet eder, hem de gazete okurdu. Benim sıkıntım da tam bu noktada başlardı. Bir yandan Bebek Kahve'de bulunduğum için mutlu olurdum, bir yandan sıkıntı çekerdim.
Çünkü ben gazete okuyamazdım!!! Şöyle: Ben bir sandalyenin üzerinde oturarak gazete okuyamam. Hani insanlar bir yandan çaylarını yudumlayıp, bir yandan gazetenin sayfalarını çevirirler ya... Mümkün değil yapamam. Yapsam bile okuduğumu anlayamam.
Gazeteyi okuyup anlayabilmem için uzanmam, kaykılmam gerekir. Tuhaf ama kitap için de aynı durum söz konusu. Dik oturarak mümkün değil ne gazete, ne de kitap okuyabilirim.
Özetle Bebek Kahve'de dik oturarak, kaykılmadan gazete okumak içimde hep bir ukde olarak kalmıştır. Küçük bir ukde. Bunu "başaranlara" hep gıpta ederek bakmışımdır.
Şimdi daha da minik, hatta saçma bir gıpta vaziyetinden söz edeceğim. Bir de tuvalette gazete okumak istemişimdir. Bazı arkadaşlarım var. Tuvaletlerinde sehpa bulunuyor. Bu sehpanın üzeride kitaplar, yedek sigara paketi, sigara tablası yer alıyor.
Tuvalete girip mesela yarım saat kalan bu arkadaşlar, neler neler okuyorlar. Beş on girişte koca bir kitabı bitirenler var. Bazısı en güzel yazı konularını tuvalette bulduklarını söylüyor. Ben de gıpta ediyorum.
Neden mi? Nedeni basit: Çünkü metabolizmam onlar gibi çalışmıyor. Giriyorum ve 10 dakika içinde tuvaletimi yapıp çıkıyorum. Vücudum böyle çalışıyor. Yani hiçbir bozukluk, eksiklik yok. Ama işte tuvalette gazete okuyacak kadar uzun süre kalan arkadaşları gıptayla dinliyorum.
Gelelim çağdaş dünyaya... Uzun yıllardır okuyan ve bundan da çok hoşlanan bir insan olarak internet benim için bulunmaz nimet. Harika bir araç. Ne var ki dik oturma ve parlak ekranda okuma canımı sıkıyor.
Bir koltukta, kanepede ya da yatakta, kaykılarak ya da yatarak okumaya alışmışım bir kere... Bu nedenle ekranın başında bir yazı okumak hiç mi hiç hoşuma gitmiyor. İlla elime alacağım o metni. Bu yüzden, bir yazı ilgimi çekti mi, hemen çıkış alıp öyle okuyorum. Sonuç: Evdeki çalışma odam ve işteki dolaplarım çıkış (print out) kağıtlarıyla dolu.
İşte bu nedenle SABAH'ın dünyanın dört bucağına kağıda basılacak biçimde ulaşacağını Sabah Online'ın editörü Hayrullah Mahmud'tan öğrendiğimde çok heyecanlandım.
Çünkü kendimi ABD'de, Almanya'da, İngiltere'de, Japonya'da, Avustralya'da, Mısır'da, Güney Afrika'da, Rusya'da varsaydım. Sabah kalkıyorum... İnterneti açıyorum... SABAH'a giriyorum... Gazete karşıma çıkıyor... Ancak ben gazeteyi ekran başında okumaktan nefret edenlerdenim... Hemen tıklıyorum... Gazete yazıcıdan çıkıyor... Alıp salona geçiyorum... Koltuğumda kaykılıp ya da kanepemde yatıp kahve içerek SABAH'ı okuyorum... Ne büyük bir keyif, ne büyük bir mutluluk!!!
Ya da o "tuvaletçi" okurlarındanım... Yine gazeteyi kağıda basıyorum... Sigaramı alıp tuvalete giriyorum... Ve uzun uzun gazetemi okuyorum... Harika!
Doğrusu SABAH'ı bu biçimde okuyacak olanlara gıpta ediyorum. Keşke ben de New York'ta olsam da, gazetemi böyle okusam!!!