kapat
28.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
Limasollu
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Gene AB'ye tam üyelik

Bir süredir siyaseti ihmal ettik. Halbuki Türkiye ekonomisinin siyasi gelişmelere ne kadar hassas olduğu biliniyor. Şubat krizinin tetiğini siyasetin çektiği henüz unutulmadı.

Kısa dönemli soru Ecevit hükümetinin devamıdır. Bir koalisyon hükümetinin ortaklar arasında hiç pürüz olmadan yürümesi ihtimali dünyanın her yerinde düşüktür. Ona rağmen neredeyse üç yıldır hükümet iktidardadır.

Buna karşılık, uzun dönemden bakınca ciddi bazı sorunlar görüyoruz. Doğallıkla zaman aralığı uzayınca, hükümetteki istikrarın ötesine, başka süreçlere bakmak gerekiyor.

Türkiye'nin uzun dönemli siyasi ve ekonomik geleceğinde anahtarın AB'ye tam üyelik olduğunu düşünüyorum. Son günlerde AB üyeliğine muhalif kesimlerin mücadeleyi tırmandıklarını izliyorum.

Aşağıda bundan bir yıl önce, 18 Ocak 2001 tarihinde "AB'ye Tam Üyelik" başlığı ile yayınladığım yazıdan uzun bir alıntı var. Pozisyonumda bir değişiklik olmadı. Ama tekrarlamakta yarar gördüm.

AB macerası
"Türkiye'de, AB'ye üyeliğin gerektirdiği reformlara karşı kesimlerin küçümsenmeyecek güce sahip oldukları biliniyordu. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Otoriter rejimler daima yönetenlerin imtiyazları üstüne inşa edilir. Kamusal alanda şeffaflığın olmaması, iktidar sahiplerine keyfi yönetim olanağı sağlar.

Demokratikleşme ve şeffaflık ise, imtiyazları ve keyfi yönetimi kısıtlar. Kamu yöneticilerini topluma karşı hesap vermek zorunda bırakır. Gizlilik perdesini açar. Siyasi sorumluluk almadan siyasi yetki kullanılmasına izin vermez.

Ne kadar vurgulasak azdır. Toplumun özgürlüğü ile yönetenlerin özgürlüğü birbiri ile çelişir. Bireylerin ve sivil toplumun özgürlüğü arttıkça, yönetenlerinki azalır. Çünkü keyfi yönetim yerini hukuk devletine bırakır.

Kendi pozisyonuma gelince, bu konularla yakından ilgilenmeye başladığım 1970'lerin başından beri Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesini her aşamada kayıtsız şartsız savundum.

Bazılarına abartma gibi gelecek ama, eğer 1978'de tam üyelik yoluna girmiş olsak, bugün Türkiye'de kişi başına milli gelirin Yunanistan'ın dörtte biri yerine belki yarısı, belki daha bile yüksek olacağını hesaplıyorum.

Özal döneminde ekonomi dışa açıldı. Ardından o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) tam üyelik için başvurdu. Ama geç kalmıştık. Komünizm çöküyor, Sovyetler dağılıyordu. Olmadı.

Derken AET kendini AB'ye dönüştürdü. Türkiye tam üyelik sürecini hızlandırmaya çalıştı. Kolay olmadı. Nihayet 1999 sonunda Helsinki zirvesi ile hayati adım atıldı. Aday listesine girmeye başardık.

Bağdat senaryosu
Açıkça söylemek istiyorum. Özgür, huzurlu ve zengin bir Türkiye için tek anlamlı geleceğin AB'ye tam üyelikte yattığı kanısındayım. AB dışında kalma opsiyonu ise benim gözümde siyasi ve ekonomik maceralarla özdeştir.

30 Eylül 1999'da bu köşede "Barcelona" başlıklı bir yazım yayınlandı. İspanya'nın Franko sonrası dönemde gerçekleştirdiği büyük dönüşümü Türkiye'nin tekrarlayabileceğine inancımı ifade ettim.

Bu durumda muhalefetin beklentilerine "Bağdat senaryosu" diyebilirim. Çocuklarınızın dışa kapalı, otoriter, dünya ile kavgalı ve fakir bir Türkiye'de yaşamasını arzulamıyorsanız, AB'ye tam üyelik konusunu sahiplenmenizi öneririm. Gün bugündür. Yarın çok geç olacaktır".



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır