Bu sezon hiçbir futbol maçına gitmeme kararı aldım. Tek başıma, küfürleri protesto ediyorum.. Yurt içindeki maçlara gitmeyince, yurt dışındakilere gitme hakkını da kendimde görmüyorum.
Sonuç..
Televizyona mahkum oldum.. Her maçı TV'den izliyorum..
Bu ayrı bir keyif yarattı.. Sayısı zaman zaman 15'i bulan bir yakın arkadaş gurubum var. Maç günleri bizde toplanıyoruz. Biri börek getiriyor, öteki köfte, beriki yaprak sarması, meyve falan.. Alkollü alkolsüz tüm sıcak, soğuk meşrubat da benden.. Sevgili Ali Karagülle, bizdeki tüketimi görüp, eve bir de ufak boy Nestle kahve makinası kurmadı mı?.. Lavazza espresso makinam zaten var.. Purolar da yakılıyor, keyfe bakın..
Soğukmuş, kar yağıyormuş, kimsenin umurunda değil. Maça sürünür gibi gitmek, park yeri bulmak, girer, çıkarken döner bıçakları ile karşı karşıya gelmek gibi sorunlar yok. Kimse size sövmüyor, siz de kimseye sövmüyorsunuz.. Sadece, Galatasaray gol atınca, içimizdeki tek Fenerli Muzaffer (Nupera) Yıldırım'ın tepesine biniyoruz o kadar.. Geçen hafta Muzo, 15'imizin tepesine bindi, o ayrı..
Buraya kadar işin tatlı yanı.. Tadına doyulmaz yanını anlattım..
Şimdi gelelim acılara..
Önce Digitürk'e bir sitem..
600 milyon dolar verip havuzu alıyorlar, ama birkaç yüzbin dolar daha verip, maçı TV'den izlemeyi, çıplak gözle izlemekten daha cazip hale getirecek programları satın almıyorlar..
Bugün batı ülkelerinde futbol maçlarını, stadda bulmanıza imkan olmayan ilavelerle izlersiniz..
Frikik olur, kaleye kaç metre, hemen ekrana gelir.. Baraj kurulur, topa kaç metre okursunuz.. Şut çekilir, şutun hızı anında ekrana biner.. Bunlar hoş şeyler..
Ofsayt mı?.. Bilgisayar anında çizgiyi çeker.. Gözünüzle görürsünüz, tartışmaya gerek yok..
Bu temel program.. 1998 Dünya Kupası sırasında, Ünal Özüak'ın tanıştırdığı bir İsrailli gurup, daha gelişmiş bir program sunmuştu bana, Paris'te.. Bilgisayar pozisyonu 360 derece dönerek tarıyordu, sanal alemde.. Yani, adam elle oynamış mı, görüntü arkadan olduğu için seçemiyorsunuz, ama dönüş başlıyor, herşey meydanda..
Ekrana bindirilen istatistikler olağanüstü..
İnsan maçı sırf böyle izleyebilmek için evde kalır..
Peki sen bu havuzu 600 milyon dolara niye aldın?.. Cine5, Teleon, dekoder satmak için.. DigiTürk, tüm sistemi eve sokmak için..
Peki DigiTürk'e bunca insan, film, ya da tematik kanallar için mi abone oluyor esasta, yoksa futbol için mi?..
O halde futbol yayınlarını en cazip sunarsan, herkesi DigiTürk almaya tahrik etmez misin?.. Sistemi bir defa satınca, salonlar dahil, diğer abonelikleri de daha kolay satmaz mısın?..
Gelelim bizdeki yayına..
Ekrana, maçın en heyecanlı anında, reklam biniyor, hem de tam topun olduğu yere.. Çalım atmaya çalışan Hasan Şaş'ın kafası görülüyor ekranda.. Çünkü aşağıda, ayakların olduğu yerde, "Damgasız tüpleri almayın" yazısı var.. Hay tüpünüz patlasın..
Çok basit bir program var.. Reklamı ille de bindirecekseniz, görüntüyü alttan kesme yerine, küçültseniz, insanlar pozisyonun tümünü, biraz küçük de olsa izleseler olmaz mı?.
Şikayetler, yayında yoğunlaşıyor.. Yani Musa Çözen'le ilgili..
Bizim gurupta genel kanı, Çözen'in, Galatasaray lehine, ama verilmeyen pozisyonları çözmekte pek nazlı davrandığı.. O zaman yavaş tekrar pek gelmiyor. Tabii bunu Fenerli bir guruba sorarsanız, onlar da tersini söyleyebilirler. Çözen kendi incelemeli yayın sonu banddan.
İkincisi.. Maç devam ederken gereksiz görüntüler.. Mesela stoper uzun bir top açıp takımını kontratağa geçirmiş.. Ekranda akın yok, topu açan stoperin burnunu veya gırtlağını temizlediği çirkin sahneler var.. Niye bu topa uzun vuran ekranda kalıyor, mantıklı sebebi ne bilen yok, anlayan yok..
Ya da sahada müthiş bir mücadele var, siz tribündeki Abdürrahim Albayrak şovu uzun uzun izlemek zorunda kalıyorsunuz?.. Neden?..
Tekrar için uygun zaman seçilmiyor.. Çok önemli pozisyonlar, tekrarın altında kalıyor.
Bir de spikerler var.. En başta da Sevgili Kardeşim Ercan Taner.. Hala radyo devrinde kalmışlar.. Hiç mi, yabancı kanallarda yayın izlemiyorlar.. İnsana gördüğü şeyi bas bas bağırarak anlatma kaldı mı?.. Ercan kardeşim maçı tribünde izlerken arkasında otursam ve olanı bağıra çağıra anlatsam Ercan "Hıncal ağabey sus da maçı izleyelim" demez mi?..
Şimdi Türkçe bilmeyen birini getirin, gözlerini de körebe gibi bağlayın ve Ercan'ı dinletin..
Top taca çıktığında, gol oldu sanacaktır..
Çünkü Ercan'ın "Top taca çıktı" bağırması ile, "Gol oldu" bağırması arasında, ne tonlama, ne heyecan, ne bağırmanın büyüklüğü ve yoğunluğu açısından fark var.
İkisinde de tıpkısının aynisi bağırıyor..
Şimdi geçen hafta bizim 15 kişilik gurubu bir başka şey de rahatsız etti..
Galatasaraylı faul mu yaptı.. Ercan "Faul" diyor..
Galatasaraylı'ya faul yapılınca anlatım şöyle:
"Hakemin yorumu faul.."
Yani Fener lehine olunca, ne olduysa o.. Galatasaray lehine olunca başına bir "Hakemin yorumu" eklemesi.. Sanki aslında değilmiş gibi.. Neden?.. Bakın ekran başındaki seyirci ne ayrıntılara dikkat ediyor..
DigiTürk'ün ikili anlatıma hala geçmeyiş sebebini anlamakta da güçlük çekiyorum.. İkili anlatımda, görüntünün arkasında kalan bir hafif sohbet var. Tekli radyo anlatımında ise, görüntüyü ikinci plana iten bu bağırtılı, çağırtılı radyoculuğun önüne geçilemiyor.
DigiTürk, maç yayınlarını çağdaşlaştırır, gelişmelere uydurursa, bugün sattığı sistem sayısını katlar!..