Karşıdan hiç ama hiç tanımadığım yaşlı bir erkek sesi, heyecanla adımı tekrarlayarak, beni kutluyordu. Kızdım tabii. Ama o anlamamış gibi devam etti ve Gelibolu romanımı çok beğendiği için beni kutlamayı sürdürdü. İyice kızdım. "Beyefendi, sizi hiç tanımıyorum. Ev telefonumu nereden bulduysanız beni geceyarısı arıyor ve sizinle sohbet etmemi bekliyorsunuz. Romanımı beğenmeniz size bu hakkı vermez!" dedim, öfkeli bir sesle. O zaman yaşlı erkek sesi çok özür dileyerek bu 'saygısızlığını heyecanına vermemi, çünkü romanımın onu çok heyecanlandırdığını' söyledi. Biraz yatışmıştım ki, aslında romanımı da okumadığını ama ona anlattıklarını açıklamaz mı? Artık o zaman açtım ağzımı, yumdum gözümü ve bir güzel azarladım bu adsız yaşlı erkek okurumu. "Ne yani, şimdi siz okumadığınız, ama kulaktan dolma bir özetle beğendiğiniz bir romanın yazarına geceyarısı telefon ediyorsunuz, öyle mi? Pes doğrusu! Beyefendi, sizi ayıplıyorum. İyi geceler!" Telefon konuşması bittikten sonra üzerime yapışan öfkeyi bir süre evdekilere taşıyarak yatışmayı denedim ama olmadı. Allahtan, ertesi sabaha teslim edilmesi gereken bir dergi yazısına dönmek zorundaydım ve sık sık 'ne saygısız insanlar var!' diyerek çalışmaya koyuldum..
Ertesi sabah yakın bir arkadaşımdan telefonumu aldığını söyleyen ve kendisini yalnızca ilkgençliğimdeki şiirsel şarkılarından tanıdığım Yasemin Kumral beni aradı. Birkaç nezaket sözcüğünden sonra kendisinin sevgili bir dostu olan ve bir önceki geceyarısı bana telefon eden esrarengiz yaşlı erkeğin sırrını açıkladı. Anlattıklarından, Modalı diş hekimi Ferhan Bey'in seksen yaşını aşmış, artık iyi görmeyen gözleri nedeniyle kitap okuyamayan ama asla kitaplardan vazgeçmeyen- Gelibolu'yu da eşi okumuştu ona- Tasavvuf'a gönlünü vermiş, çevresinde çok sevilen bir beyefendi olduğunu anladım. Yasemin Kumral, Ferhan Bey'in çok hasta, günlerinin sayılı olduğunu ve benim romanımı çok sevdiği için ille telefonumu bulup, bunu bana söylemek konusunda ısrarlı davrandığını söyleyince müthiş bir suçluluk duygusuna kapıldım. Hani zalim olmaktan hiç hazzetmeyen birinin kendini zalim hissetmesi durumu... 'Dün gece onu öyle azarladım ki, üzüntüden ölmüş olabilir adamcağız' diye mırıldandım. "Aa, ne münasebet, çok memnun kalmış görüşmenizden. Çok olgun bir insandır kendisi" demez mi Yasemin, o zaman iyice daraldı içim. 'Eğer içinizden gelirse ona bir telefon edersiniz. Ben numaralarını vereyim' dedi vedalaşmadan önce Yasemin. "Çok sevinir, sizi çok sevmiş."
Ama araya zaman ve yaşam girdi ve ben bu konuşmayı unuttum. Ta ki, geçen Perşembe gecesi aniden ve nedensiz olarak Ferhan Bey aklıma düştü- öyle aniden, pat diye- ve hiç yapmadığım bir şeyi yapıp, bir okuru evinden aradım. Arayıp, gönlünü almak, özür dilemek geliyor içimden ve bunu yaptım.
"Olur mu hiç Buket Hanım, siz o romanı yazdıktan sonra artık benim kalbimi isteseniz de kıramazsınız" dedi Ferhan Bey telefonda. Bense onun zerafeti, neşeli, cıvıl cıvıl sesi ve bilge sözlerle donanmış incelikleri karşısında iyice mahcup olup, ama bir yandan da karşımda bir İstanbul Beyefendisi olduğunu kavramanın zevkiyle biraz Mevlana Rumi'nin şiirlerinden, biraz da hayattan dem vuran lezzetli bir sohbeti sanki eski bir dostla yaparmış gibi uzattım. Vedalaşmadan, bu ay içinde Moda'da kahve içmek üzere sözleştik, gülüştük. Az sonra Deniz aradı, 'nasılsın?' diye sormak için. Ona Ferhan Bey'den söz ettim. "Yani gözleri görmediği için kitabını okuyamamış birini bu yüzden azarlamışsın" diye damarıma bastı Deniz. Damarıma basmasına izin verecek kadar sevdiğim Deniz.
Bu konuşmadan dört, evet tam dört gün sonra Yasemin yeniden aradı ve yumuşak bir sesle Ferhan Bey'in öldüğünü söyledi. "Bilmek istersiniz diye düşündüm. Onu arayıp, konuşmanızdan çok hoşnut kalmış. O kadar gözleri iyi görmediği için kitabınızın arkasındaki fotoğrafınızı büyütüp, duvara yapıştırmıştı. Cenazesi yarın Moda Camii'inden..."
İki hafta öncesine kadar hiç tanımadığım, varlığından bile haberdar olmadığım, artık hiçbir zaman da tanışamayacağım, üstelik Moda'dan komşum bir beyefendi, duvarında büyütülmüş bir fotoğrafımı, beğendiği romanımı ve bana verilmiş kahve sözünü bırakarak ölmüş. Ölmüş işte.
İşte benim bu yılki Sevgililer Günü hikayem de bu! Evet, vallahi bu! Dostluğun olduğu gibi sevginin de cinsiyeti yoktur. Gönül gözünün açık, içinin sevgiyle dolu olduğunu bana telefonda en heyecanlı ve genç sesiyle anlatan yaşlı dostum Ferhan Beyefendi benim bu yılki sevgilim oldu. Ben de bu farklı aşk hikayesini sizinle paylaşmak istedim. Belki hüzünlü ama içinde aşk olan hikayemi... Hem insan hüzünle gülümseyerek de ağlar bazan.... Sevgililer Günü'nüz kutlu olsun Ferhan Bey! Düşünüyorum da, iyi ki aramışım ve gönlünüzü almışım diye... Ama yoksa siz mi benim gönlümü almıştınız?
Sevgi, kırdığınız kalbini gecikmeden onarabilmektir. Unutmayın, her an gecikmiş olabilirsiniz.