Yıllardır "Sevgililer Günü"nde bu güne itirazlarımı yazarım. Bu kez öyle olmayacak.
Bir kez daha, "sevgililik iki kişilik özel bir haldir; ne evliliktir, ne flörttür, ne şudur budur! Bu kadar özel bir ilişkinin genel ve kamusal bir kutlaması olur mu hiç?" diye sormayacağım.
Sevgililik ya her günü kutlayan ve kutsayan bir haldir ya da yavaş yavaş solup gider zaten; onu herkesle birlikte, "şimdi sevgili olduk restoranları, eğlence yerlerini doldurduk" diyerek kutlamakta bir tuhaflık yok mu?..
Bu konuyu da açmayacağım bu kez.
Çünkü Sevgililer Günü'nün "Sevindirme Günü" olarak hiç yabana atılmayacak bir yanı da var.
Basbayağı sıkı aşklardan doğmuş ve hayat gailesiyle yorgun düşmüş karı kocalar vardır sözgelimi; ara sıra içlerinde bir sızı oluşur; bir soru: Hâlâ sevgili miyiz? Sevgililer Günü işte böyle çiftlerin gönlünü sıcak tutacak. "Sevgiliymişiz!" dedirtecek bir süreliğine.
Hasbelkader veya ailelerin arkadan itmesiyle "çıkan" çiftler vardır. Aynı zamanda sevgili olmak isterler. Çünkü popüler kültürümüz her çiftin sırılsıklam aşık olması gerektiği gibi bir sırılsıklam romantizm kokmaktadır. Sevgililer Günü bu tür flörtleri de renklendirir. Gerçek bu!
Benim bu yılki itirazım etrafı saran, nevresim takımlardan kahve fincanlarına her yere resmedilen kalplere...
İslam'da "kalp gözü"nün yeri ayrı ve çok değerlidir. Hıristiyan geleneklerinde sevgidir, cesarettir, "Tanrının güzelim kıvılcımı" sevinçtir. Doğu dinlerinde kutsal güçlerin mekânı ve bilgeliktir. Modern hayatımızdada kalp şekli hâlâ kalp çırpıntılarına yol açabilmektedir. Ama bu Sevgililer Günü kalpleri yok mu!.. Bir sembolü bu kadar iç bayıltıcı hale getirmek haksızlık değil mi?