Allah'ın otuna kebap tadı katmak marifettir..
Dünyanın en iyi mutfaklarından biri Antakya mutfağı.. İstanbul'u İtalyan, Fransız mutfakları ile donatan lokantacı esnafına hizmetim olsun diye yazıyorum..
Bir Antakya lokantası açın, bu krizde parayı kırın..
Allah razı olsun Viking turizmcileri ile Hilton'un işletmecilerinden.. Sebep oldular da buraları görebildim.. Bütün dünyayı dolaş, hatta iki üç tur bindir, kendi memleketinden bir sürü yeri görmemiş ol.. Benimkisi o hesaptı.. Yolumuzun üzerindeki Payas'ta Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi'ni ziyaret ettik.. Burası eskiden hac yolu üzerinde muhkem bir mevkii imiş.. Lakin eşkıyası bolmuş.. Korsanı, dağ haramisi yolları tutup soyguna çıktığında şehir halkından şahbazlar kılıçlarını çekip yardıma koşarmış.. Batıdan Kurtkulağı'na, güneyden Beylan yollarına saldırıp eşkıyayı helak ederlermiş..
Tarsus'ta gezdiğim Saint Paulus Kilisesi'nde de böyle bir garabete tanık oldum.. Hıristiyanlığın ilk ibadethanelerinden biri olan bu kilise Hıristiyanlar için hac vesilesi.. Fakat şimdi Katolikler ile Ortodokslar arasında niza çıkmış, kiliseyi paylaşamıyorlar.. Aralarındaki ihtilafın aslını bilen de yok.. Katolik sözcüğü "Katolikia"dan geliyor.. "Likia" diz demek, "Kato" ise çökmek fiili.. Birleştirince "dizçöken" oluyor.. Yani ibadetini diz çökerek yapan.. "Orto" sözcüğü ise düz durmak fiilinden.. Ortodoks ise düz durarak ibadet edenin tarifi.. Bu kiliseyi restore ederek turizmin hizmetine veren, yöredeki Hıristiyanlar'ın da ibadetine açan Kültür Bakanlığımız olaya kendi yorumunu getirmiş.. Kilisenin içini beyaz plastik sandalyelerle doldurmuş.. Ne önünde diz çökülebiliyor ne de başka işe yarıyor.. Bu da bakanlığın "Çare Katoliklik'te değil plastikte" mesajı.. İskenderun'dan geçtik.. Benim için hayal kırıklığı oldu.. Ben İskenderun'u da Antakya'yı da sular içinde yemyeşil, mamur beldeler diye hayal ederdim.. Tam tersine.. Onca yeşilliğin içinde kupkuru iki şehir yaratmayı başarmışız.. İskenderun'un daracık yolları yerli araçlarla dolu.. Burada trafik kuralı da yok.. Evliya Çelebi bu şehri tarif ederken:
- "Haramiler yatağı, frenk durağı.." diye başlar..
Limanına yılda ikiyüz kalyonun geldiğini anlatır ve şehrin bir meyhaneler cenneti olduğundan söz ederken "Meyhaneleri güya handır.." der.. Evliya Çelebi nedense sevmemiş burasını.. Seyahatnamesinde "Bu iskenderun'da Frenk ve Rum sakin olduğundan cami, han, hamam, çarşı, pazar gibi yerler yoktur, meyhanesi boldur.." deyip geçmiş.. Antakya ise eskiden daha önemliymiş.. Sekiz büyük sarayı, kırk kadar mektebi varmış.. Üçyüz dükkanlı çarşısı ile dokuz bekar hanını da zikrediyor.. Şimdi o da yeşilliğin ortasında toz toprak içinde..
Harbiye denilen mevkide Hidro Restoran'a gittik, burada yemek yedik.. Ben diyeyim yemek, siz deyin cennet taamı.. Orada karar verdim ki Türkiye'de bu Antakya mutfağının üzerine mutfak yok.. Envai ottan kebap lezzetinde mezeler, salatalar.. Heyette medya taifesinden olarak benden başka Atlas dergisinin yönetmeni Mehmet Yaşin, Cumhuriyet'ten Duygu Asena, Hürriyet Haber Ajansı'nın genel müdürü Uğur Cebeci var.. Turizmciler de THY'dan Faik Akın ile Ali Kırgız.. Hani kendisine "Keçi Ali" diye nam takan arkadaşımız.. Sofraya bir saldırdık ki elimizde çatal, bıçak; mübalağa cenk olundu.. Keçi Ali'nin öncülüğünde bir keçi sürüsünü doyuracak kadar yedik.. Seyrimize duran diğer masalar "medyadaki krizin gerçek olduğuna" yüzde yüz iman etti..
Her tur dönüşü Adana'daki Hilton'a dönüyoruz.. Gündüz yemeklerinden sonra akşam ağzımıza lokma atacak halimiz kalmadı..
Faik, Uğur ve Mehmet Yaşin otelin içindeki Türk hamamına gitmeye karar verdiler.. Ne var ki aralarında ihtilaf çıktı.. Hamama giderken odalarında havlu kuşanıp öyle mi insinler yoksa aşağıda mı soyunsunlar? Böyle ihtilaflı durumlarda Cebeci'nin ağzına bakarız.. O da "Avrupa'da fitness salonuna inerken odada soyunulduğu" yolunda fetva verince hal belli oldu..
Yalnız teknik bir sorun çıktı.. Mehmet Yaşin bizim hamamlarda gördüğü gibi iki beden havlusunu kuşanıp odasından öyle çıkmış.. Havlunun biri peştamal gibi bele sarılı, diğeri de başından itibaren atkı gibi üzerine indirilmiş.. Ya Uğur buna "Belindeki havlunu elinle takviye et.." demeyi unuttu ya da bu üst tarafını korumayı daha önemli buldu.. Bilmeyenler için yazıyorum, Mehmet'in gövdesi biraz kıllıdır.. Buna kıllı da denmez.. Doğal bir posta sahiptir.. Bir Sivas veya Ladin halısının santimetre karesine 140 ilmik düşerken, Mehmet'in santimetre karesine yediyüz ilmiğe müait kıl düşer.. Herhalde malvarlığını kimseye göstermemek için üstteki havluyu sıkı sıkı tutmayı tercih etti.. Hamama giderken altındaki havlu yere düştüğünde yapacak bir şeyi kalmadı.. Malvarlığını kaç kişinin görüp, girdiği ise hesaplanamadı.. Gezinin bu ayağındaki tek vukuatımız bu..