kapat
10.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Harem geleneğine devam

Medeni Kanun tartışmasına, geçmişin hareminden bakmak gerekiyor. İmam nikahı, çokeşlilikler bugün de yok mu? İdare-i maslahatta bile buna rastlıyoruz
Bir değil, iki değil... Üç ve dört olabilir. Hatta mekân ve imkân elvermişse padişah III. Murat'ta olduğu gibi, bu sayı 100'ü de aşabilir. (Rakam 106 ile 130 arasında değişiyor.) Esir pazarlarından saray ve konakların ihtişamlı dünyasına uzanan bu yolda binlerce kadın yürüdü. Kimi Hürrem Sultan gibi hükmetti. Kimi Safiye Sultan gibi "kadınlık iktidarı"nı bir yana bırakmak ve "siyasal iktidar" sahibi olmak zorunda kaldı. Çünkü eşi III. Murad, tarihin en çok kadın ve çocuğa sahip rekortmen bir padişahı olarak, iktidarını devlette değil, yatakta sürdürüyordu. Padişahın, kimi tarihçilere göre 130 çocuğu vardı ve saraydan, devlet idaresinin sesi yerine, çocuk sesleri geliyordu. Venedikli Baffo, yani Safiye Sultan da bunca ihtişama rağmen, kadınlığının değil, siyasetin iktidarını sürdürecekti.

Kösem Sultan aynı siyasetin bir başka ismiydi ve sultan olarak çok baş eğdirmişti. Ama ne var ki, hükmeden kadın olmak özelliğini yitirmişti. Yani öldürülmüştü.

İhtiras ve iktidar kadar, acıların da yoğurduğu kadınlar olmuştur. Yıllarca huzura çağrılmayı bekleyenler, saraydan başgöz edilmenin hasreti ile yananlar ya da sarayın dışına çıkanlar da vardır.

GÖZDEN DÜŞENLER FAZLA

Dışarıdan tam anlamıyla görülmeyen ama iç yaşamı ile çok farklı bir dünyaya sahip olan Harem, saray adabı açısından bakıldığında dikkat çekici etkin kurumlardan biriydi.

Saray için getirilen ama gelene kadar esaret yolculuğunun dayanılmaz serüvenlerini yaşayan cariye adaylarının, küçük yaştan itibaren son derece yeterli bir eğitimden geçtiğini belirtelim. Cariyelerin musikiden görgüye kadar uzanan, bilgi ve beceri ile pekleşen hayatlarındaki mekânı, bir "altın kafes" olarak niteleyenler olmuştur.

Saray kadını olmanın kuralları vardır ve bu hayatın ancak "gözde" olmakla yaşanması mümkündür. Gözde olmak yerine, "gözden düşenler" ve "gözden ırak" yaşamak zorunda kalanların sayısı daha fazladır.

İktidar sahibi padişah kadını olmak da sade bir kadın olarak yaşamaktan zor olabilir. Adriyatik Denizi'nde korsanların eline 13 yaşında düşen Korfu Valisi'nin kızı Matmazel Baffo'nun güzelliği ve kültürü ile şehzadeliği sırasında Padişah III. Murad'ı büyülemesi dikkat çekicidir. Sadece isim değiştirmemiş, Hıristiyanlık'tan İslamiyet'e de dönmüştür. Bazı tarihçilerimiz onu her ne kadar "Venedik Casusu" falan ilan etseler de bize göre, Osmanlı'nın aklı başında, dini bütün, devletine ve kocasına ihanet etmeyen "muhterem" bir kadınıdır.

Osmanlı Devleti'nin siyasetinde padişahın idare boşluğunu doldurmuş ve Venedik ile ekonomik-siyasal ilişkileri geliştirmeyi, başta Ceneviz olmak üzere diğer Avrupa devletlerine tercih etmiştir. Bu düşüncede olmayan saray erkânı ile başta harem olmak üzere diğer etkin güçlerin bu yöndeki muhalefeti ile adı "Venedik Casusu"na çıkarılmıştır. Özetle erkeğinin iktidarı dışında kalan ve bu iktidarı devlet idaresinde arayan bir kadındır. Bu yöndeki iktidarı, aynı ölçüde muhalefet oluşturmuştur.

Avradın en pahalı ve en gözde olduğu III. Murad devrinde Dersaadet, en kötü dönemlerinden birini yaşamıştı. İçki, kadın ve sefahate düşkünlüğü saraydan halka da intikal etmiş, kadınlara sarkıntılık olayları artmıştı. Yol çevirip sarkmaktan hamam basmaya kadar uzanan saldırılar artınca, bu tür olaylara meydan verilmemesi için ferman bile çıkarılmıştı.

EN ERKEK PADİŞAH!

Bimekân ayaktakımından pırpırı haytalara kadar uzanan "taciz" olayları idari kademelere kadar yükselmişti.

"Ahlâk sükõt etmiş" ve "idare-i maslahat"ın suyu çıkmıştı. Kaybolan idareden sonra, geride kalanın ne olduğunu anlayın efendim! Padişahlar içinde Fatih ya da Kanuni gibi olmak, III. Murad'ın harcı değildi. Bu harçla uygun bir devlet inşaası da mümkün olamazdı. Tahta çıktığında 5 kardeşini boğdurmuş ve 21 yıllık saltanatında yılda ortalama 6 çocuk sahibi olmuştu. Öldüğünde 19 erkek, 30 kız çocuğu bırakan bir padişah olarak "Bütün zamanların en erkek padişahı" gibi bir şöhrete ulaşmıştı. Oysa kadın konusunda "1 numara" olmak yerine devletin idaresinde 1 numara olmalıydı.

Tarihçiler onun hem bu 1 numaralığına, hem de kadın konusundaki düşkünlüğüne epey kayıt düşmüştür.

Zevk-ü sefayı her şeyin üstünde tutan padişah, durmadan sefere çıkmayanlar listesine dahil olmuş ve öbür anlamda durmadan "seferi" yaşamıştır. Düşmana değil de hareme sefer yapan bir padişah işte.

Çağatay Uluçay, Harem Hayatı'nın İçyüzü'nde padişahın sarayın bodrum katında havuz yaptırdığını ve tahtından cariyelerin oynaşmalarını izlediğini yazar (Hayat Mecmuası, 6 Haziran 1958).

CARİYENİN ÇİLESİ BÜYÜK

Anlatılan ve yazılanlar sadece bununla da bitmez. Hünkâr sofrasındaki müzik geceleri, Sinan Paşa Köşkü'ndeki alemler ve hamam muhabbetleri ile geçen yıllar, aslında Osmanlı Devleti'ne çok zaman kaybettirmişti. Olup biteni izleyen Safiye Sultan ve diğer 100'ü aşkın cariyenin çektiği çile kadar, toplumsal çürüme de önem taşıyor.

Sokullu Mehmet Paşa, III. Murad'a 5 yıl sadrazamlık yapmış ve bazılarının iddiasına göre padişahın azmettirmesi ile öldürülmüştü (1579).

Safiye Sultan da her gün kahrından ölüyordu. Safiye Sultan 1566'da, daha sonra tahta III. Mehmed olarak çıkacak olan Mehmed'i doğurmuştu. Ama Valide Nurbanu Sultan, araya nifak sokacak ve kendisinin ikinci plana düşmemesi için oğluna yeni cariyeler bulacaktı. Kocası II. Selim'den beri devlet işlerine karışıyor ve Valide Sultan egemenliğini sürdürmek istiyordu. Bu konuda yalnız değildi. Kızları İsmihan ve Gevherhan ile Kanuni'nin kızı Mihrimah da Safiye'ye karşı, muhalefetin şerh cephesini oluşturmuşlardı.

Gelecekte Safiye Sultan üzerine kalem oynatanlar sadece hüzünlü bir hayatın portresini çizmeyecekler. 1603 yılına kadar devletin iç ve dış siyasetini yönlendiren bir kadının öldüğünde, ardında temelleri atılmış "Yeni Camii"yi bıraktığını ifade edecekler (1605). Ve belki de onun hakkında yazılmış bu nadirattan naçiz olumlu yazıyı dikkate alacaklar.

Özetlersek; bu geçmişin harem hayatında iyi kadar kötü taraflar da bulabiliriz. Ama incelerken devirleri ve hayat tarzını dikkate almak gerekiyor.

Geçmişin harem hayatı, şimdinin "seviyeli birliktelik" hayatından daha kötüydü demek haksızlık olmaz mı? Çokeşli harem, demokratik olarak sürmüyor mu?

Şöyle dikkatli bakın ve düşünün...

İdare-i maslahatın içinde birden fazla kadınlı isimler yok mu?

Medeni Kanun'a imza atanlar, imam nikahının arkasına sığınıp ekranlarda boy gösteren sanatçılar...

Anlayın hangi "seviye"deyiz?

Harem hayatı çağdaş sistemde yaşamaya devam ediyor...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır