Bin Ladin'i unuttuk
Afganistan Başbakanı Karzai'ye onca sorunun arasında bunu sormamak ayıp olur havasında ve biraz gönülsüzce soruyor Newsweek: " Usame bin Ladin hâlâ ülkenizde olabilir mi?"
Dikkat ederseniz, soru zaten Ladin'in kaçmış olma olasılığını yüksek tutuyor. Karzai de, bunun yerine ülkemizin geleceğinden konuşsak daha doğru olur tavrıyla, "Ladin Afganistan'daysa eğer, eninde sonunda onu buluruz" diyerek geçiştiriyor.
Ne tuhaf değil mi?
Ladin'in önemi sanki bir anda yitti.
Oysa başlangıçta her şeyin açıklaması oydu.
Bin Ladin'i ortadan kaldırmak içindi koskoca harekât.
Geçenlerde gazetede kendi aramızda Afganistan'dan konuşuyoruz. Petrol meselesi gelip lafımızın orta yerine çörekleniyor, Taliban bitti mi, yoksa geri mi çekildi tartışılıyor; mali yardımın boyutları konu ediliyor, falan filan. Ama o süre boyunca bizim de ağzımızdan Usame bin Ladin adı çıkmıyor.
Bir ad, bir dikkat böyle çabuk gündemden düşer, böyle hızla unutulur mu?
Hani nerede "şer güçlerinin lideri?"
Medyatik misyonu tamamlandı mı Bin Ladin'in?
Bin Ladin'e ne oldu?
Artık varsa yoksa, Afganistan'ın geleceğinin inşası... Bütün dikkatler oraya yöneltilince, sabah akşam Bin Ladin'le yatıp kalkan dikkatlerimiz de dağılıveriyor.
Şimdi Irak'ın eli kulağında; ya Saddam figürü Bin Ladin'in yerini alacak medyada ya da bir bakmışsınız, Ladin Bağdat'ta ortaya çıkmış.
Veya ABD ne zaman Yemen'i, Sudan'ı şöyle bir sarsmaya karar verecek, o zaman Ladin belki de yine ısıtılıp kamuoyunun önüne konulacak.
Çünkü güçsüz seyirciler hatırlar ve unutur; Ama hafızalarının kilitleri güçlü aktörlerin elindedir.
Bu gerçek uluslararası planda da hükmünü sürdürüyor.
Gökyüzünün rengi vanilya mı, mavi mi?
Vanilla Sky filminin adına dikkat ettiniz mi?
Monet'nin bir resminden geliyor filmin adı... Filmin ana kahramanı David'in annesinden kalan paha biçilmez tabloda gökyüzü vanilya rengindedir. Ressamın bu tercihi, filme ad olacak kadar gizemli bulunmuştur.
Çünkü "canım olur mu! Gökyüzü dediğin mavidir" genel kabulüne yaslanan bir kültürde yaşıyoruz.
Oysa gerçekte gökyüzü ışığın durumuna göre bin bir renge girer. Üstelik resim sanatında zaman içinde göğün mavi renge boyanır olması apayrı bir serüvendir. Uzun yıllar ressamlar göğü mavi görmemiş, öyle gördüklerinde de uygun boyayı bulmakta zorlanmışlar.
İşin ilginci Monet asıl olarak gökyüzüne rengini veren temiz havanın vanilya değil de, menekşe renginde olduğuna inanırmış. Bu yüzden de 1850'lerin kimyacılarının geliştirdiği kobaltlı ve magnezyumlu boyaları kullanırmış tuvallerinde.
(Şu sıralarda Batı'da çıkan bir kitap bizim babadan kalma sandığımız mavi rengin arkasında nasıl "meşakkatli" bir tarihin yattığını anlatıyor. Michel Pastoureau'nun kitabının adı "Blue: The History of a Colour." Bu tarihi okuduğunuzda anlıyorsunuz ki, Fransız bayrağındaki renk mavi... Gauloise paketindeki de... Çok farklı olmasına karşın Prusya mavisi de, bluejean rengi de mavi... Bütün bunlar tamam! Ama iş gökyüzüne geldiğinde kafalar karışmaktadır.)
Bana gelince gökyüzünün aydınlıkta sarıya çalanını, gece de leylak rengine bürünenini severim.
Hem aydınlıkla hem de karanlıkla akraba tek renk olan maviyi denizde tercih ederim.