1940 kuşağının genç edebiyatçıları, İstanbul'da Beyazıt camisinin yanında "Küllük" adını taşıyan bir kahvede toplanırlardı. Kahvenin yanındaki "Emin Efendi" namındaki lokanta da ayrıca ünlüdür. Çünkü Emin Efendi çok leziz döner yaparmış....
Parasız bir döneminde şair-ressam Arif Dino, Emin Efendi'nin dönerine bakıp şu şiirini yazacak ve şiir 1940 yılının mart ayında, "Sokak" dergisinin birinci sayısında yayımlanacaktır:
"Döner kebap dönmez olsun"
Bir gün de Arif Dino, Süleymaniye civarındaki evine giderken karanlıkta yolunu şaşırır ve yolu mezarlığa düşer.
Üstat, hemen şu şiiri döktürecektir:
"Taştan mantar tarlası
Çok yaşasın ölüler"
Fikret Adil ise 15 Nisan 1957 tarihli "Yeditepe", Arif Dino'nun ölümü üzerine yazdığı "Bir Estet Kaybettik" başlıklı yazısından "Taştan mantar tarlası"na şu anekdotu ekleyecektir:
"Kendisi ile yirmi beş yıl, belki de daha fazla dostluğumuz olan Arif Dino ile iki mısralık bir müşterek şiirimiz!!! de vardır. Güzel Sanatlar Akademisi'ne hoca olarak getirilmiş Fransız ressamı Leopold Levy, o ve ben, otobüste beraberdik. Arif Dino o gün Karacaahmet'ten geçmiş. Otobüste intibaını şu mısra ile hülâsa etti:
Taştan mantar tarlası
Ben de şöyle tamamladım idi:
Çok yaşasın ölüler."
Üstelik Arif Dino, kâğıda alerjisi olduğundan bu şiirleri yazmayıp arkadaşlarına söyleyecek, ancak onlar yazıya geçireceklerdir.
Bir de şu var: Dino, pek çok şiirini Türkçe değil de Fransızca yazacak, hatta ilk kitapları Fransızca olarak yayımlanacaktır.
Arif Dino'nun "Döner Kebap" ile bir anekdotu da Mehmed Kemal ile ilgilidir.
Mehmed Kemal, "Küllük"ün tenha olduğu bir gün Arif Dino'ya rastlar.
Gerisini Mehmed Kemal'den dinleyelim:
"Üstad, dedim, ben sizin şu 'Döner kebap dönmez olsun Ğ Dışarda pastırma yazı' mısralarından bir şey anlamıyorum. Bunu bana anlatır mısınız, ne demek istiyorsunuz? Arkadaşlara da söyler gibi oldum, beni kınadılar. Sizden öğreneyim istedim.
Gözlüklerinin altından bana uzun uzun bir daha baktı.
"Sen şiir mi yazarsın?" diye sordu.
"Evet..." dedim.
"Oku bakayım bir şiirini..."
"Aman efendim, estağfurullah..."
"Oku... Oku..." dedi.
Bunları öylesine dedi ki, bir komutan gibiydi. Sanki yat, kalk, hazır ol, çök, marş, marşşş... der gibiydi. Ben bu komut altında artık şiir okumaktan başka bir şey yapamazdım. 'Tınaz' şiirini okudum.
Daldı. Hoşlandığı, beğendiği belliydi.
Bir daha okudum. Üç dört kez yineletti.
"Sen benim şiirimden bir şey anlama... Kendin gibi yaz. Arkadaşlarına da boş ver..." dedi."
Aradan yıllar geçer.
Mehmed Kemal, İskenderun'da askerdir.
Hastalanır ve Adana Hastanesi'ne gönderilir.
O sırada Arif Dino ile Abidin Dino da Adana'dadır.
Bir arazi işi vardır ve bölüşmede güçlükler çıkmıştır.
Mehmed Kemal bu tartışmalara üzülmektedir.
Bir gün Abidin Dino'ya "Üstad ne diyor?" diye sorar.
Abidin Dino da "Bilmem" der, "kendisine sor."
Mehmed Kemal, Arif Dino'ya bu "arazi" tartışmasını sorduğunda ise şu yanıtı alacaktır:
"Sen anlama. Zaten sen benim şiirimden de bir şey anlamadığını söylemiştin Küllük'te...
Sen, şiir yazmana devam et! Bunlar, senin anlamadığın işlerdir."