|
|
Ortada korkunç bir DGM suçu var..
Kanım dondu.. Tüylerim ürperdi.. "Vay canına" deyip durdum, Çarşamba gecesi atv haberleri izlerken.. Nihan Koçak olağanüstü bir TV gazeteciliği yapmış, okul servisleri işinin tam DGM'lik bir çete olayı olduğunu ortaya koymuştu.. İşin içinde servis şirketleri ve şöförleri vardı.. İşin içinde daha elim, işbirliği yapan polisler vardı.. İşin içinde, daha da vahim olmak üzere, çocuklarımızı emanet ettiğimiz okulların müdürleri vardı..
Çocuklarını ve komşularının çocuklarını okula götürüp getiren veliler, servisçiler tarafından tehdit ediliyor, polisler tarafından çevrilip arabaları bağlanıyor ve 400 milyon liralık cezalar yazılıyor, okul müdürleri, bir yandan bu velilerin araba plakalarını polise ihbar ederken, öte yandan olayı atv'ye anlatan öğrencinin, okulla ilişkisinin kesilmesine karar veriyordu..
Bu korkunç, bu müthiş, bu akıl almaz bir çete işiydi.. Çok dallanmış, budaklanmış, İstanbul'un hemen tümünü örümcek ağı gibi sarmış bir çete..
Ve bana sorarsanız, bu artık, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, ya da Valiliği boyutlarını aşmış, İçişleri Bakanlığı, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin harekete geçmesini gerektiren, bir Devlet Güvenlik Mahkemesi suçu boyutuna ulaşmıştı.
Türkiye tüm imkanlarını kullanarak, çocuklarımızı ve onların yaşamlarını ilgilendiren bu konuyu araştırmalı, çeteleri ortaya çıkarmalı, suçluları, özellikle polis ve Milli Eğitim'deki suçluları belirlemeli, teşhir etmeli ve mahkemeye göndermeliydi..
Nihan Koçak'ın uzattığı mikrofona neler anlattı veliler neler..
Dört servis minibüsü velinin serçe arabasını çevirmiş, adam ancak bir rallici manevrası ile kaçıp kurtulmuştu.. Birisini servis şöförleri "Başına bir kaza geliverir" diye tehdit etmişti. Birisine polis "Arabanı 15 gün bağlar, 400 milyon ceza yazarız" demişti. Bir başkasının kızına okul müdürü "Perşembe günü okuldan atılıyorsun" tebligatı yapmıştı. İstanbul Milli Eğitim Müdürü, Nihan Koçak aracılığı ile olayı öğrenince atılmayı durdurmuştu ama, bu müdürün okulunda bu öğrencinin başına nelerin gelebileceğini tahmin etmek artık güç değildi.
İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, beni hemen aramıştı, Salı günü.. "Böyle rezalet olmaz. Her veli çocuklarını ve komşu çocuklarını okula götürüp getirebilir. Size yazıyı da yarın yollayacağım" demişti.. Ertesi gün, İstanbul Emniyet Müdürlüğünden, olayın anlam ve boyutlarından çok uzak, sıradan bir devlet yazısı geldi.
Belli ki, Özdemir'in talimat verdiği memurları, Nihan Koçak'ın ortaya çıkardığı dehşet verici tabloya ulaşamamışlar, ya da örtbas etme yolunu tercih etmişlerdi..
Sevgili Özdemir,
Olay, size imza ettirilen yazıdaki basitlikte değildir.. Nihan'ın ekrana getiremediklerinin sayısı, gelenlerin misli.. Ortaya çıkan buzdağının su üstünde olan kısmı.. Bana gelen telefonlar sayısız. "e-mail çekin, fakslayın" diyorum.. Pek azı yazılı belgenin altına imza koymaya cesaret ediyor.. Neden? Korkuyorlar.. Mafyanın kendilerine ve çocuklarına bir kötülük yapmasından korkuyorlar. Polislerin bir bölümünün servis mafyası içinde işbirliği halinde olmasından korkuyorlar. Okul müdürlerinin mafya ile işbirliği içinde olmasından, çocuklarının eğitim yaşamına zarar vermesinden korkuyorlar.. "Kimi kime şikayet edeceğiz" diyorlar..
Bilmem dehşet veren durumu anlatabiliyor muyum?.. Bu çocukların anne ve babalarının devlete güvenleri kalmamış, mafyadan korkar olmuşlar.. Şimdi böyle bir durum "..cektir.. caktır.." diye alelusul yazılmış birkaç satırla geçiştirilir, kapatılır mı?..
Sevgili Özdemir,
Bu konu bizzat el koymanızı gerektirecek kadar büyüktür, önemlidir, dehşet vericidir..
İşe bugüne dek "Korsan servis aracı" diye bağlanan otomobillerin listesini isteyerek başlayabilirsiniz.. Ve de 400 milyon ceza kesilenlerden.. Sonra da bu işlemleri yapan memurlarınızı sorguya alarak.. Gerisi sanırım çorap söküğü gibi gelir.. En zor işiniz, Nihan'ınki.. Vatandaştan bilgi almak.. Konuşmaları zor. Korkuyorlar.. Böyle bir durumda ilk sığınacakları kişiler, okul yönetimleri ve polisleri, işbirlikçi olarak gördüklerinden, yani devlete güvenmediklerinden korkuyorlar.
Bu güveni nasıl sağlarsınız bilemem..
Ortada bu güven olmayınca, sonucun nereye vardığını, malum hocacılar olayında yaşadınız.. Tüm şahitler davadan çekildi. Tüm suçlular serbest kaldı.
Bu defa durum çok daha vahim..
İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Milli Eğitim Müdürü el ele vererek, anne ve babalarının devlete güvenini sağlamak zorundalar..
Bu ülkenin yarınlarını kucaklayacak çocuklarımızı, servis rantını yemek için kurulmuş bu çok yönlü çetelere günde iki defa emanet ettiğimizi düşünmek kadar korkunç bir şey olabilir mi?..
***
Şimdi bakın.. Pırıl pırıl servis şirketleri var.. Ayrı.. Gene bana gelen ihbarlardan anladığım kadarı ile, mesela polis başına 5 milyon lira rüşvet vererek, korsan servis işi yapanlar var, o da ayrı..
Kurular ve yaşlar yan yana.. Kim kuru, kim yaş.. Bunu vatandaş bilemez.. Bilmek, ayırmak, suçluyu yakalayıp, namusluyu töhmetten kurtarmak, hepsinden önemlisi vatandaşın devlete güvenmesini yeniden sağlamak gerek.. Ve de özel arabası ile çocuğunu okula götürürken başına bir kaza gelmeyeceğine, arabasının 15 gün bağlanıp, 400 milyon ceza yazılmayacağına..
Olayın İstanbul'la sınırlı olduğunu sanmıyorum.. Bu yüzden, İçişleri Bakanlığı, kendi müfettişleri ile Türkiye çapında işe el koymak zorundadır.
İki bakana, iki laf!..
Aslında bunların ikisini de "Sevdiğim laflar" köşeme almalıydım ama, gündeme nasıl denk geldi.. Bu yüzden iki sevgili bakanımıza ithaf etmek daha hoş gibi geldi bana..
Birincisi bir filmden.. Score/ Komplo filminde Angella Basset, Robert de Niro'ya söylüyor..
Ya da Dışişleri Bakanımız İsmail Cem'e..
"İki tarafın da ödün vermediği bir anlaşma, doğru bir anlaşma değildir.."
İkincisi, Turkish Daily News'un köşesinden.. Amerikalı gazeteci yazar Gay Talese, Kemal Derviş'e diyor sanki..
"Asıl sorun, sorun çözüldükten sonra, sorun çözücülerin ne yapılacağıdır."
Tam 142 yıl!..
Elimdeki bültene bakıyorum da.. Tam 142 yıl olmuş, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane kurulalı.. Kuruluş günü 4 aralıktır ama, bizimkiler, yani İstanbullu Mülkiyeliler, 3 aralıkta AKM'de kutlayacaklarmış. Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi Başkanı, sevgili kardeşim Önal Akalın "Mülkiye 142 yıl önce, ülkede büyük değişimi ve gelişimi gerçekleştirmek üzere kuruldu. Demokratlık ve çağdaşlaşma tercihi, bundan sonra da Mülkiyeli ruhunun temel özelliği olarak devam edecektir" demiş, bu münasebetle..
Önümde bir gazete kupürü var. Ali Sirmen'in bir yazısı..
Hariciye sınavında kazanan ilk beşten dördü, Galatasaray Üniversitesi mezunu..
Biz okurken, bizden evvel, Dışişleri Bakanlığına girmenin, diplomat olmanın yolu Mülkiye'den geçerdi.. Diplomat eşi olmak isteyen kolej kızları bu yüzden bizim kantinden çıkmazlardı..
Bugün ilk beşin dördü, Galatasaray'dan.. Mülkiye nerde peki?.. Çağdaşlaşma yarışının neresindeyiz?. Ülkeyi değiştirir ve geliştirirken, kendimizi ne yaptık?
Bir Tavsiye
Hayat elbette güzeldir!..
"Periler en çok güzellik hediye eder masallarda. Akıl hediye edenler de vardır ama güzellik en önde gelir hep. Güzel olana kapılar çabucak açılır. Onların yaşamı ve nasıl böyle oldukları merak konusu, ölümleri hep acıklıdır. Masalların, filmlerin, romanların baş kişileri hep güzel olur. Seyredilesi, özenilen kadınların yerinde olmayı kim istemez ki? Ama mutlu bir hayat mıdır güzellerin payına düşen? Acaba neden büyükler, 'Allah çirkin bahtı versin' derler yeni doğan güzel bebeğe? Ya da neden bizde adet böyledir? Neden güzeli ağlatırlar da çirkini söyletirler? Ve neden kendine 'güzelliği mi, aptallığı mı tercih edersin' diyen memleketlisine 'aptallık' diyen Temel'e gülünmektedir? Zira cevabı, yalan dünyayı doğrulayan belki de ilk cümledir. "Çünkü güzellik geçicidir."
Bir kitabın adı "Hayat Güzeldir" olur, kapağında kitabın yazarı olan İclal Aydın'ın güzel ve hayat dolu bir genç kadın olduğunu gösteren resmi bulunur da, içinde bu satırları okursanız, bilmem ki ne düşünürsünüz?
Benim düşüncem bana...
Onun ötesinde, bir mesaj alır gibiyim:
Acaba, yazar, herkese ama herkese "Hayat güzeldir ama, her güzellik gibi geçicidir. Onun için bu geçici hayatı doya doya yaşayın ama geriye de kalıcı bir şeyler bırakın" mı demek istiyor?
Kendisi, bu kitabı yazarak bunu yapmış bile...
Hayat Güzeldir (Epsilon Yayınları-Tel:0212 252 38 21), insanı sımsıcak saran bir üslupla yazılmış, araya özel mesajlar serpiştirilmiş bir günlük!..
İclal Aydın, BRT'de uzun süre yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği "Hayat Güzeldir" programlarını fon olarak kullandığı günlüğünü kitap haline getirirken, hem özel, hem de herkesin, hepimizin yaşadığı olayları harman etmiş.. Programına konuk ettiği ünlüleri, kendi gözlemlerinin süzgecinden geçirirken, insanı zaman zaman güldürüyor, zaman zaman düşündürüyor, zaman zaman da gözlerinizi nemlendiriyor!
Mesela:
"..Kemal Sunal'ın acısı dinmeden, Cenk Koray... 'Evet diye başlama cümlelerine' demişti bana. 'Sen bir gün iyi bir sunucu olacaksın. Bir de el çırpma olur mu?' Televizyonun duayeni, ustalar ustası, güzeller güzeli Cenk Abi... Hala ellerimi çırpıyorum, ama cümlelerime 'evet' diye başlamıyorum. Eski Dost'ların seni gözyaşıyla değil, söylemeyi en çok sevdiğin Tekila şarkısıyla anmalarını ve o günkü yüzlerini, kalbimin en kuytu yerinde saklıyorum."
..Ve nihayet:
"Beşiktaş İnönü Stadyumu'nda jübile maçı yapacak olan, tüm takımların ve taraftarların sevgi ve övgüyle uğurladıkları Şifo... Mehmet Özdilek.. Bir Beşiktaş formasını bir özetle imzaladı: Her şeye rağmen hayat güzeldir."
İşte sonunda, kim bilir belki de, renkli bir mesleğin, renkli bir hayatın yarattığı karmaşık bir ruh halinin itirafı:
"..Bu dünyayı güzellik kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey, ve derken karıncaya gelecek sıra."
Yazara sormak gerek, hani, güzellik geçici idi?
Ve, neden "Güzellik" deyince aklımıza önce fiziksel güzellik gelir?
Ya ruh güzelliği?.. Asıl olan da bu değil mi?
"Hayat Güzeldir"de, asıl olanın örneklerini de bulacaksınız!.
(Hayat Güzeldir'i değerlendiren Öcal Uluç'a ulaşmak için.. ocaluluc@beko.net)
BİZİM DUVAR
İndirim kampanyası fikri, saunada çıkmış. Keşke içerde biraz daha kalsalardı da, fiyatlar biraz daha eriseydi.
Hakan&Utku
SEVDİĞİM LAFLAR
Tedbirli olmanın bütün çeşitleri içinde, aşkta tedbirli olmak, belki de gerçek mutluluk yolundaki en
büyük tehlikedir.
Bertrand Russel
(1872-1970)
TEBESSÜM
Fıkra Yıldırım Tuna'dan
"Bu havayolunu şikayet etmek istiyorum" diye bağırmaya başlamış adam, "Ne zaman uçsam aynı koltukta oturuyorum, buradan katiyen filmleri izleyemiyorum, penceremde perde yok uyumam imkansız!" Hostes adama hızla yaklaşmış, "Kaptan!" demiş, "Lütfen susun ve uçağı bir an önce yere indirin!"
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|