Türkiye'nin, sinsi talan ve iri yalanlarla 20. Yüzyıl'ı da, kepaze bir fiyaskoya uğratıp ıskaladığını, asla netleştirmeyiniz.
Asla netleştirmeyiniz "adam başına düşen ulusal gelir birimi" açısından, Avrupa Birliği'ndeki ortalamanın yüzde 800 kat altında kakılıp kalındığını...
Ve asla belirtmeyiniz "ulusal gelir dağılımındaki uçurumlar" açısından, Tanzania'nın dahi altındaki 5 en geri ülkeden biri görünümünde olunduğunu...
Ve yine asla belirtmeyiniz ki, Türkiye; "yaşam kalitesi" açısından Yunanistan'ın bile 57 basamak altına yuvarlanmıştır.
Adalet Bakanlığı'na, Bütçe'den sadece binde 7'lik bir payın ayrıldığını da unutunuz; 73 bin cami yanında, 370 bin resmi lojman ve 50 bin resmi araba bulunduğunu da...
Bunları kamuoyunun bilincine yerleştirmeye uğraşmak; sadece iç ve dış düşmanların ekmeğine yağ sürer. Çünkü onlar, biz açıklamazsak Türkiye'nin "görüntü çağdaşlığı"ndan "ekonomik çağdaşlığa" geçememiş olduğunu anlayamazlar ve sürdürürler Türk adından, ödleri kopa kopa korkmayı...
Çünkü onlar Mercidabık'ı da unutmamışlardır, Viyana kapılarına kadar gittiğimizi de...
İmajımızı bozmayalım.
Kol kırılır yen içinde kalır...
Sinsi talan ve iri yalanlardan söz etmeyelim.
Bunlar münferit olaylardır. Her sepette birkaç çürük yumurta bulunabilir.
Devlet'i yıpratmayalım arkadaşlar.
"Vatan, ekonomik yatırımlar ve mesleğini evrensel kalitede yapanlar sayesinde yükselir" gibi çarpıtmalarla; mesleksiz vatanperverler'in aklını karıştırmayalım arkadaşlar.
Vatan, onu sevenlerin omuzları üstünde yükselir ve vatan yükseldikçe, kendisini sevenlere daha çok avantalar sağlar, meslekleri olmasa bile...
Napoleon'un Moskova seferinde ölenlerin mesleği mi vardı; ama vatanları için Moskova kapılarında ölerek en büyük payeye kavuştular.
3. Napoleon'un Sedan'daki yenilgisini, "Bozgun" romanında didik didik eden Emile Zola, bir vatan haini değildi de, neydi? Yenilgileri ön plana çıkarmak, düşmanların ekmeğine yağ sürer..
1. Dünya Savaşı'nda Alman siperlerindeki erlerin durumunu, "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanında, vatanperverliğe yakışmayan bir dille anlatan Erich Maria Remarque, bir vatan haini değil de nedir?
Aynı savaşta Fransız siperlerindeki erleri de, yine vatanperver olmayan bir dille "Tahta Salipler" ve "Güzel Kadın Meyhanesi" romanlarında anlatan Roland Dorgeles de bir vatan hainiydi...
2. Dünya Savaşı'ndaki insan ve asker acılarını "Çıplak ve Ölü" yapıtında dile getiren Norman Mailler de bir vatan hainidir.
Onlar şayet Türk olsalardı da, 1. Dünya Savaşı'ndaki 2 milyon zaiyatlı yenilgiyle, Trablusgarp ve Balkan bozgunlarını yazsalardı, derhal ipe çekilirlerdi.
ANAP'ın Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz da, siyasal liderlerin ortak korosu dışına çıkmaya başladı...
"Acze düşmüş siyasi yapıyla sorunları çözmek imkânsız."
Ekonomik krizin altında yıllardan beri çözümlenmeyen yapısal sorunlar vardır."
"Gündelik tedbirlerle bu işi daha fazla yürütemeyiz. Ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa, tüm kurumları baştan aşağı toplumun beklentileri doğrultusunda yeniden düzenlemeliyiz. Devleti hantal yapısından kurtarmalıyız. Belediyeleri güçlendirmeliyiz..."
Hani nerdeyse, "yönetilenleri kul olmaktan, ülkeyi de talan edilen gizli bir iç sömürge olmaktan çıkarmalıyız" diyecek...
Vatanperverleri hamaset edebiyatından yoksun bırakacak...
Vatan haini olmak istemeyenler, elektrik kısıntıları yaygınlaştığı zaman dahi, mum ışığında hamaset şiirleri okumalıdırlar:
Kalbi ışıklı Türk'e karanlıklar vız gelir.
Atalarım vaktiyle elektrik mi gördü?
Tarihi aydınlatan her Türk bir meşaledir.
Ninem çoraplarını mum ışığında ördü.
Ey hain-i vatan sen, karanlığa kız, delir;
Kalbi ışıklı Türk'e, karanlıklar vız gelir.