kapat

22.06.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


İşe bak, 74'e basıyoruz...

22 Haziran 1927'de, yine bir perşembe günü saat gecenin 11.30'unda doğmuşum; dedem Tatar Hasan Paşa'nın, bücür bir gökdelene dönüştükten sonra da hâlâ bir dairesinde oturmakta olduğum köşkünde...

Babamın memur olarak oradan oraya dolaşması sonucu, ilkokulun ilk sınıfına Edirne İstiklal Mektebi'nde başlayıp, ilkokulun üçüncü sınıfını da Ankara Mimar Kemal İlkokulu'nda bitirdikten sonra; 1936 eylülünün son günü, bir akşam üstü Galatasaray Lisesi'nin Ortaköy'deki ilkokul bölümüne bırakılıverdim.

Okul ertesi sabah açılacağı için, taşradan gelmiş üç beş çocuktan başka kimsecikler yoktu okulun deniz kıyısı rıhtımında. Müdür Yardımcısı Lütfü Bey, beni yeni arkadaşlarla tanıştırmak için okulun rıhtımına indirmiş, babam da o sırada okuldan tüyüvermişti.

Henüz 8 yaşındaydım ve hiç bilmediğim bir ortamda ilk kez yapayalnız kalıyordum...

Başımı, rıhtımın boyum kadar olan demir parmaklıklarına dayayıp, dolu dolu gözlerle Boğaz'ın küçümen dalgalarına dalıp gittiğimi hatırlıyorum.

10 yıl sonra 1946'da Galatasaray Lisesi'ni bitirirken, İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun Yeni Adam dergisinde her hafta bir yazım yayınlanıyordu...

Küçükken sevilmediklerine inanan çocuklardan bazıları, hiç değilse kendilerini tanımadıkları kişilere beğendirmek için yazıya yönelirler..

Galiba farkına varmadan ben de, o psikolojik rayın üstüne doğru kayıvermiştim...

Ve babam Ankara'da olduğu için, 1946 Ekimi'nde Ankara Hukuk Fakültesi'ne başlarken, Ulus gazetesinde de çalışmaya başlamış ve 40 lira olan ilk maaşımı da almıştım.

Geçen cumartesi öğleden sonra YKB'nin, Galatasaray Lisesi'nin hemen yanındaki Kitabevi'nde dostlara kitap imzalıyordum..

Lise sıralarında geçen 10 yıllık silme bir yalnızlıktan sonra, 1946 Haziran'ında yazı adamı olma özlemleriyle Lise'den ayrılırken; 2000 yılının Haziranı'nda ve 73 yaşını bitirdiğim günlerde, Lise'nin yanındaki bir kitabevinde kitap imzalamayı sürdüreceğim elbet hiç aklıma gelmemişti.

Yazı, mesafeye ve zamana karşı dayanma tutkusunun hiç değilse özenini taşımalı... Her kalem bir yazı dehası olamaz elbet. Ama kendince bir özen sahibi olabilir. Ben de bir ömür hep o özeni taşıdım. Başka bir şeylere pek özenmeden..

Bugün Türkiye'de yazı adamlığına özenmenin zorluğunu biliyorum.

Yönetici kadrolar da dahil, genellikle Türkler'e, kendi anadillerinde üç beş satır yazı yazmak dahi bir işkence gibi geliyor...

Ve asla 'yazı'nın kutsallığına ve bir toplumu toplum yapan tarihsel betonarmenin "yazı" olduğuna inanmıyorlar..

Padişahlar, kendi dönemlerinin ozanlarına, pahalı armağanlar karşılığı nasıl övgü kasideleri yazdırmışlarsa, Cumhuriyet Ankara'sı da bu geleneği bozmadı...

Yazı adamlarına çeşitli mevkiler vererek, onlardan övgüler bekledi sürekli..

Bu geleneğe uymayanlar ise ezildi, kahredildi, yok edildi.

Benim kuşağımın başka toplumlardan yetişmiş yazı adamları, ne yüzlerce ağır ceza davasından geçtiler, ne cezaevlerinde süründüler, ne kendilerinin kitapları toplatıldı, ne de tiyatro çalışmaları görmezlikten gelindi...

Bir ömür boyu salt yazıyla uğraşarak ve salt kalemle geçinmeyi yeğleyerek, ayakta kalmaya çalışmak sanıldığı kadar kolay değil...

Bir de buna, kendi anadilini bile doğru dürüst yazamayan çevrelerin titreşimsiz, anlayışsız, ruhsuz despotluklarıyla, saman altı baskılarını ekleyin...

Yakınmak için yazmıyorum bunları...

Bana göre bir insanın bir ömür salt sevdiği işle uğraşması, pek de bilinmeyen bir hayat ödülüdür...

O nedenle beni lütfedip izlemiş üç kuşaklık dostlara teşekkürler borçluyum..

Bu gün Türkiye, BMM Genel Kurulu'nun Yüce Divan dosyaları hakkında alacağı kararı bekliyor..

Avrupa Birliği Üyeliği'nden yana olanlarla olmayanlar tetikte.. Her türlü cinayet, kaçakçılık ve rezaletin fütursuzca sürdürülmüş olduğu gizli bir iç sömürge; çağdaş bir dünya ile bütünleşerek elden kaçacak mı, yoksa böyle bir gelişme bir süre daha engellenebilecek mi?

İnanın, 21. Yüzyıl'da yaşayacaklar çok daha güzel günler görecekler.

Biz de bu arada 74'e bastık işte...

Doğduğumuz mekanda ve daha önceki yaşlarda da olduğu gibi yazılarla uğraşarak...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır