"Türküm... doluyum... konuşkanım!"
Toplu ant içme törenlerinden hiçbir zaman hazetmedim.
Ne ilkokulda, ne daha sonra...
Sabahın köründe henüz uyku sersemliğini atmadan boy sırası dizilip avazımız çıktığınca "küçüklerimizi korumaya" yemin etmek, bizim gibi "küçükler" için tam bir azaptı.
Zamanla bu azabı biraz olsun dindirmek için işi eğlenceye dönüştürmüş, malum andın sözlerini kendimizce değiştirmiştik. Atatürk büstünün önüne dizilen müdür ve öğretmenler huzurunda onların istediği gibi baş dik, göğüs dışarıda, bağıra çağıra ant okur gibi görünsek de "iç ses"imizle kendi tekerlememizi tekrarlar, sabahımızı ve birbirimizi şenlendirmeye çalışırdık.
O yüzden Hürriyet'teki "küfürlü ant" haberini okuyunca hiç şaşırmadım.
Çanakkale'de bir ilkokulun 5. sınıf öğrencisi olan 11 yaşındaki G.Ü., geçen haftaki tören sırasında "Türküm doğruyum" diye başladığı andın bir yerinde aniden "iç ses"ine dönmüş ve şöyle demiş:
"Ülküm yükselmek... ananızı s...mektir."
Kimbilir, başta kendisi olmak üzere, onu dinleyen arkadaşları ve öğretmenleri ne hale gelmişlerdir. Zavallı kızcağız, belki teneffüs sohbetlerinden hafızasına işleyen bu küfrün bilinç altından taşmasının şaşkınlığıyla "İsteyerek söylemedim. Ağzımdan kaçtı" diyebilmiş.
Neyse ki, okul müdürü bu çocuksu hatayı "vatana ihanet" saymayacak olgunluğu gösterip "Bunda kasıt aranmamalı" demiş.
Gazete, 9 Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. İhsan Turgut'un görüşüne de yer vermişti: "Çocuklara Atatürk sevgisi vermek isterken düşman yapmamalıyız" diyordu Prof. Turgut, "Çağdaş ülkelerde her sabah böyle yemin ettirilmez. Çocuğa bıkkınlık gelmiş olabilir."
***
G.Ü.'nün küfürlü andı, tekil olarak çok gülünüp geçilebilecek bir olay; ancak genelde bu tür yemin seanslarının çocukları ne noktaya getirdiğini göstermesi açısından ibret verici bir örnek...
1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından kaleme alınan bu ant, Atatürk'ün ölümünden sonra "Ey Büyük Atatürk" diye başlayan bölümün ilave edilmesiyle son halini almıştı. O gün bugündür her sabah ilkokullarda söyletiliyor.
Bu türden törenler, belki cumhuriyetin kuruluş aşamasında ulusal kimliğin inşası için zorunlu görülüyordu, ama 70 yıl sonra hâlâ aynı noktada durmanın bir mantığı var mı?..
Ali Sirmen'in geçen gün vurguladığı gibi "Türkiye'nin kendisine yukarıdan emredileni koyun gibi benimseyecek" çocuklara mı ihtiyacı var, yoksa her bilgiyi sorgulayacak özgür düşünceli bireylere mi?..
Bu çocukları rahat bırakmanın zamanı gelmedi mi?
***
Tarih Vakfı 1995 yılında 26 Avrupa ülkesiyle ortak olarak yaptığı bir anket çalışmasıyla gençlerin tarih bilincini araştırmıştı.
Sonuçları İlhan Tekeli, "Tarih Bilinci ve Gençlik" başlıklı bir kitapta (Tarih Vakfı Yurt Y. 1998) yayınladı. Türkiye'den 14-15 yaşlarındaki 1229 öğrenci ve 35 tarih öğretmeninin katıldığı bu dev boyutlu saha araştırması "öğrencilerin tarihte keyif verici bir yan bulmalarına rağmen, tarihi, dünyayı açıklamaya dönük bir bilgi alanı olmaktan çok tarihsel olguların öğretilmesiyle boğulmuş bir ders olarak algıladıklarını" gösterdi.
Bence araştırmanın asıl ibret verici sonucu araştırmaya katılan öğrencilerin artık tarih ders kitaplarını hem sıkıcı görmeleri, hem de güvenilir bulmamalarıydı. Ankete katılan öğrenciler öğretmenlerin anlatımlarından da hoşnut değillerdi. "Güvenilir" buldukları kaynakları şöyle sıralıyorlardı:
"Müzeler ve tarihi yerler... tarihsel belge ve kaynaklar... televizyon belgeselleri."
***
Araştırmanın Türkiye bölümünü gerçekleştiren Tarih Vakfı ile bugünlerde bu veriler doğrultusunda çok önemli bir ortak çalışmaya girişmek üzereyiz.
Gençlerin beklentileri doğrultusunda onlara tarihi sevdirmeyi ve tarih bilincini geliştirmeyi amaçlayan bu çalışmaya ilişkin yakında daha ayrıntılı bilgiler aktaracağım.
Belki G.Ü.'nün ağzından kaçan bu çocuksu küfür, ilköğretimden üniversiteye kadar her düzeydeki tarih eğitimini yeniden sorgulamamıza ve ona çağdaş bir biçim kazandırabilmemize vesile olur.