Kaya Çilingiroğlu'ndan bir faks aldım.. Bana kızmış.. Daha ilk satırından başlıyor, Karadeniz öfkesi..
"Sevgili Hıncal, Sevgili dostum" gibilerden değil hitap..
Birden resmi olmuşuz.
"Sayın Hıncal Uluç.."
Yazı "Siz" diye..
Gazetecinin kaderi.. Eleştirdin mi, dostunu kaybediyorsun.. Ya da eleştirmeyeceksin. Dostunu asla ve kat'a eleştirmeyeceksin.. Yazar sadece hiç bilmediği, ya da sevmediği kişileri eleştirebilir. Dost eleştirilmez..
Kaç dost kaybettim, duygularımı bir ayrıcalık olarak yazılarıma yansıtmadığım için..
Sonra da düşündüm..
"Kaybettiklerim acaba gerçek dostlarım mıydı" diye.. Alkışlarken senden iyisi yok.. En büyük dost sensin.. "Canım.. Hayatım.. Şapur.. Şupur!.."
Eleştirdin mi..
"Sayın Hıncal Uluç.. Abartılı yazınızda.."
Bak Kaya..
O abartılı dediğin yazı harfiyyen doğrudur. Hülya Avşar, arka koltukta kızınız Zeynep varken, bir elinde telefonla araba kullanıyordu.. Onu yakından izlemek için Ercan'a işaret ettim.. Yanına girdik, biraz da öne geçtik. O an dehşet içinde Hülya'nın ikinci elini de direksiyondan çektiğini gördüm.. Maslak Yolu, Dört Levent yaklaşımı.. Nasıl yoğun bir trafik.. İki el meşgul araba nasıl kullanılır?.. Tekerler yoldan çıkar gibi olurken, bir elle direksiyonu bir an için itersin sağa sola..
İşte aynen öyleydi Kaya.. Ben gördüm.. Ercan gördü.. Mehmet gördü.. Üç çift göz, iki eli de meşgul Hülya'nın arabasının kendi kendine gittiğini gördü.
Şimdi bir baba olarak, bunu yazdığım için aslında bana teşekkür borçlusun. Eşinin ve kızının sağlığına böylesine sahip çıktığım, böylesine uyardığım için..
Hiç kimse trafiğe kaza yapmak için çıkmaz.. Çıkan kazalardan da ders almaz.. Çünkü kazayı yapan hep "O"dur.. "Ben" değil.. "O" yapar.. "Ben" yapmam.. Ama hiç düşünmeyiz ki, "Ben" dediğimiz de, "O"na göre, "O"dur.. Yani biz de aslında "O"yuz.. Cep telefonu ile konuşurken araba kullanmak yüzünden kaç kaza oldu, kaç aile yıkıldı, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bir sor bakalım..
Zeynep'in cama vurduğu alnında minnacık bir morartıya tahammülün var mı, ötesini sormuyorum..
"Kasıt ararım" derken vicdanın sızlamadı mı hiç?..
Hıncal'ın seni de, Hülya'yı da ne kadar sevdiğini hiç bilmedi, hiç hissetmedi isen ben ne yapayım Kaya?.. Var tabii kasıt.. Senin ailenin sağlığını, mutluluğunu koruma kastı..
Kaya,
Aslında bana teşekkür borçlusun.. Böyle soğuk sitemler ve ithamlar değil..
Bir kez daha yazıyorum..
Ayrıca..
Ünlü olmak insana bazı sorumluluklar getirir.. Hülya gibi, bu ülkedeki erkekleri geçiyorum, her on kızdan en az sekizinin bayıldığı biri oldun mu, önderleşir, örnekleşirsin.. Her yaptığını taklide kalkarlar..
Hülya emniyet kemerini bağlamazsa, onlar da bağlamaz.. Hülya çifte telefonla araba sürerse, onlar da sürerler..
Hayır.. Ünlü insanlar, önder insanlar, örnek olduklarını bilerek, kurallara en fazla saygı duyması gereken insanlardır.
Mustafa Denizli, üç duble viskiden sonra direksiyona oturma hakkına sahip değildir, hem de her defasında meydan okur gibi kemer bağlamadan.. Bir gün kendi başını yer belki, ama daha önce onu görüp ona benzemeye çalışan gençlerin başını yer..
Ünlülerin kuralları bu kadar pervasız ihlalinin sebebi, polislerin onları çevirmeyeceklerine inancıdır ve ne yazık ki, bu inançta büyük doğruluk payı vardır.
Oysa, tam tersine.. Trafik polisleri "Kötü örnek olma" bilinci içinde asıl ünlüleri dikkatle izlemeli ve mümkün olan en ağır cezayı yani "Teşhir"i kullanmalılar.. Çünkü, sekiz on milyon lira onların çerez de değil, bahşiş paralarıdır.
Ünlü olanların kötü örnek olma hakları yoktur, olamaz!..
Polisin yapmadığını elimdeki imkanlar içinde ben sonuna kadar yapacağım ve kural ihlalcisi ünlüleri, ne kadar canım, ciğerim de olsa, teşhire devam edeceğim..
Belki bir gün kurtardığımın kendi hayatları olduğunun farkına varırlar.
Teşekkürler Cem!..
"Ben Volkan Vural" dedi.. Şaşkınlıkla baktım.. Yahu Volkan Vural benim sınıf arkadaşım.. Bu gencecik delikanlı.. Cin gibi.. Şaşkınlığımı anladı.. "Ben Dışişleri'nin Küçük Volkan Vuralıyım" dedi..
Dışişleri Bakanlığı'nın Kopenhag için özel görevlendirdiği ekiptenmiş..
Uçağın kapısında karşıladı gelenleri.. "Başınız sıkışırsa biz hep çevredeyiz" diyerek..
Ve hep çevrede oldular.. Kopenhag'dan uçağımız kalkarken, gene oradaydılar..
Ayak bastıdan, ayak kesene kadar..
İşte benim Dışişlerim bu..
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'e yürekten teşekkürler.. İstediği ve istenince nelerin yapılabildiğini gösterdiği için..
Bu arada Londra'daki Monşer de, asli görevini hatırlamış.. İngiliz basınının Türkiye aleyhindeki yalan yanlış haberlerine, gereken tepkiyi anında göstermiş, etkili de olmuş.. Ona da teşekkür..
Dileriz, tüm Dışişleri mensupları, birinci görevlerinin bu ülke insanına gurbet ellerde sahiplenmek, mümkün olduğunca yardım etmek, onlara "Burada yalnız değilsiniz" duyusunu vermek olduğunu bu vesile ile öğrenmişlerdir.
Bizim kimse ile kişisel sorunumuz yok.. Olsa da bunu sütunlarımıza aksettirmeyiz.
Kendini ülkesine ve ülkesinin insanına adayan tüm temsilcilerimiz, büyük elçiden kavasına, baş tacımız..
Monşerlikte ısrar edenlerle savaşımız ise sonuna dek sürecek.
19 Mayıslar böyle kutlanmaz!..
Medyamız klişeci.. 19 Mayıs görkemli törenlerle, coşku içinde kutlanmış..
Palavra.. Benim medyam her ulusal bayramı böyle kutlar.. Oysa bu klişeye layık bayramı 60 yıllık yaşamım içinde 10 tane ya gördüm, ya görmedim. Onlar da yapıldığı tarihlerin özel gündemleri dolayısıyla..
Gerisi palavra..
Biz coşku içinde bayram kutlayamıyoruz..
Bir 19 Mayıs günü ve gecesi Türkiye sokaklarını hatırlayın, bir de Galatasaray'ın kupayı aldığı geceyi..
19 Mayıs coşku içinde kutlanmışsa eğer, Galatasaray gecesine ne demek gerek peki?..
18 Mayıs günkü Sabah'ın birinci sayfasının göbeğinde, altında imza bile olmayan bir fotoğraf vardı..
Coşkunun fotoğrafı.. Her futbolcunun yüz ifadesini yakından gösteren bir fotoğraftı bu.. Yılın fotoğrafıydı bence.. Mutluluğun, coşkunun fotoğrafıydı.
Tüm 19 Mayıs'ta bu ifadenin bir tekini gördünüz mü, sahaları dolduran binlerce gencin yüzünde..
TV yakın çekimlerinde baktım.. Hepsi "İş olsun" diye ordaydılar.. "Bitse de gitsek" der gibi halleri vardı.. Bir tekininin yüzünde tebessüm yoktu.. Donuk, bıkkın, ifadesiz yüzler..
Ankara 19 Mayıs Stadı'ndaki konuşmalar..
Yahu Mevlana yüzlerce sene önce "Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" dememiş mi?.. Hani nerde yeni şey?..
Atatürk gençliğe hitap etmese, okuyacak nutuk yok..
Bir palavra hamaset edebiyatı..
Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik bu mu?.. Bunların söylemlerinde bugünün Türkiyesi ile ilgili tek satır fikir olmaz mı?.. Gençlik ülkesinin güncel konularına bu kadar ilgisiz olabilir mi?..
19 Mayıs'ta gençlik adına konuşanın sözleri ertesi gün gazetelere manşet olmalıydı. Olmadı.. Palavra haber olmaz çünkü..
Böyle yüzeysel, böyle sahte, böyle yaşamdan, insandan, toplumdan kopuk, böyle resmi törensel bayramlar nasıl, coşku sözcüğü ile yan yana geliyor, bunu da Yazı İşleri Müdürleri tartışsın.
En büyük palavra da "Görkemli törenler.."
Türkiye yıllardır, "Zavallı törenler" düzenliyor.. İlkel İsveç jimnastiğinin en ilkel figürleri ile gösteri mi olur?..
Biz saha içinde gösteri yapmayı bilmiyoruz.. Ayıp değil ya..
Bil-mi-yo-ruz!..
"Biliyorum" diyenin suratına, 20 yıl önceki Moskova Oyunlarının açılış ve kapanış törenlerini çarparım..
20 yıl evvel.. 20 yıl evvelin yirmide biri değil, yaptıklarımız..
Ne korkuyorsun be.. Doldur sahayı binlerce gençle.. Yer görünmesin.. Öyle bir koreografi yap ki, mest olsun millet..
Koreografi..
Bu deyim size yabancı değil mi?..
İndir elini, çömel, sağa dön ilkellikleri bitti.. Şimdi dünya böyle gösteriler için koreografi yapıyor.. Sorun bakalım, Spor Bakanı'na.. Milli Eğitim Bakanı'na, bu renksiz, bu tatsız, bu ilkel gösterileri hazırlayanlar arasında bir tek koreograf var mı?..
Bilmiyorsan bileni getir.. Rusya'dan.. Amerika'dan.. Nerde bileni varsa, ordan..
Gelecek yıl 19 Mayıs gösterileri yetkisini bana verin, "Görkemli bayram" nasıl olur göstereyim..
Öyle bir tören sunayım ki, kaçıranlar ağlasın.. Televizyonlar gösteriyi tekrar tekrar yayınlasınlar..
Yoo.. Ben bu işi bilmem.. Ben "Güzel"i bilirim.. Bir de "Güzel"i bileni..
Güzeli bileni bulup getirmekten de utanmam..
Türk gencini, bu kadar ilkel söylem ve bu kadar ilkel gösterimlerle sergilemeye kimsenin hakkı yoktur..
Bu benim gencim değil.. Bu benim Gençlik Bayramım hiç değil..