Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu gelişmeler, sonunda Başbakanlık Başdanışmanı ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Em. Oramiral Güven Erkaya'nın, 1975'te kurulmuş olan Ege Ordusu'nu "lağvetme" önerisine kadar geldi dayandı...
Sanırım geçen yılın başlarında Başkan Clinton da, Ege ve Kıbrıs konusundaki anlaşmazlıklar için:
- 30 yıl sonra nasıl olsa iyice pekişecek bir dostluk için, bugün bu kadar anlaşmazlık çıkarmanın anlamı ne ki?
Türünden bir görüş belirtmişti...
30 yıl sonra... 30 yıla kadar Türkler de, tıpkı bugünkü Yunanlılar gibi Avrupa vatandaşı olacaklar...
Kestirme bir anlatımla, hepimiz birbirimizin vatandaşı sayılacağız. Hepimiz birbirimizin ülkelerinde dilediğimiz gibi mal mülk sahibi olma olanağına kavuşacağız... Paralarımız ortak, hukukun evrensel ilkelerine göre uygulayacağımız hukuk, ortak olacak. Ortak dilimiz de İngilizce olacak...
Böylece Avrupa vatandaşlığı da, Dünya vatandaşlığının ilk adımı olacak...
200 yıl sürmüş olan "ulus-devlet" modelinin aşılması derler buna...
Biliyorum, betonlaşmış birtakım eski koşullanmalar yüzünden birçok kişiye zor geliyor git gide daha da hızlanan değişimleri algılamak...
Ve kimse, 1900'den bugüne nelerin değişmiş olduğunu pek düşünmüyor.
1900 yılında Sultan Abdülhamit padişahtı Türkiye'de...
Babaannem 30, babam da 9 yaşındaydı...
Henüz ne hava ulaşımı, ne radyo, ne televizyon, ne de antibiotikler vardı..
Ordularda topçu, süvari ve piyade birlikleri ön plandaydı. Ne hava kuvvetleri girmişti devreye, ne tank birlikleri, ne tanksavarlar, ne de helikopterlerle füzeler...
Zaferin süngünün ucunda olduğuna inanılırdı. Daha doğrusu, o zamanlar da büyük bir teknoloji isteyen deniz kuvvetleri zayıfsa, piyadenin gücüne abanılırdı... O nedenle de hamaset edebiyatı pompalanırdı boyuna.. Böylece orduların teknik yetersizlikleri sütrelenmiş olurdu.
Tabii ülkelerin gelişmesini engelleyen çok yanlış bir taktikti bu. Çok yanlış bir taktikti, çünkü piyadenin ağırlığı köylü taburlarına dayandığı için, köylülüğün aşılması da -bir bakıma- pek istenmezdi... Ve zorunlu askerlik, 20 yaş erkeklerini üretim dışı bıraktığından, ekonominin gelişmesi kendiliğinden frenlenmiş olurdu...
Yani efendim 1900'lü yıllarda, teknolojik bir devinimin içine girememiş ülkelerde, bizzat kendi orduları ekonominin güçlenmesini engelleyen başlıca etken olurdu...
Bu tür konularda toplumda ortak bir bilinç uyanması ise asla istenmezdi... Eski koşullanmalar her yeni kuşakla, okullarda yeniden betonlaştırılırdı... Doğal olarak toplum da dış dünyadaki gelişmelerin orkestrasyonundan kopuk, megolomanyak bir sirkeleşmenin içinde turşulaşırdı...
2000'li yılların tam başındayız... Globalleşme süreci başlamış durumda.. Kendi iç sirkeleşmeleri yüzünden turşulaşmış ülkeler, global ekonomiyi olumsuz etkiliyor. O yüzden geri kalmış toplumları da, çağdaşlaştırmak gerekiyor. Hukukun evrensel ilkeleriyle bütünleşme konusunda da çağdaşlaştırmak gerekiyor; insan hakları konusunda da çağdaşlaştırmak gerekiyor; düşünce ve inanç özgürlükleri konusunda da çağdaşlaştırmak gerekiyor..
Artık teknolojisi gelişmemiş ülkelerin dışardan silah alıp durmaları, global sermaye için kârlı değil. Savunma harcamalarının azaltılarak, toplumların zenginleştirilmeleri ve örneğin bireylerin, İnternet, cep telefonu v.s. almaları daha kârlı...
1900'de babaanneme:
- İnsanlar Ay'da da yürüyecek, evlerinde otururlarken Kopenhag'da oynanan bir futbol maçını da izleyebilecekler, deseydik...
Kafayı yediğimizi düşünecekti babaannem...
2100 yılında Dünya vatandaşlığı'nın başlamış olacağını söylersek...
Kafayı yediğimizi düşünmeyin lütfen...