Avrupa'yla Zana Krizi
Avrupa Birliği dönem Başkanı, Portekiz Dışişleri Bakanı Jaima Gama Ankara'da...
Bir kaç ay önce bu önemli ziyaretin hazırlıkları için Türkiye'ye gelen Portekizli bir diplomat, 600 kişilik Türk Dışişleri'nin Avrupa Birliği'yle ilgili katını ziyaret etmiş, ortada pek kimseleri göremeyince de şaşkınlıkla "Bu birimde kaç kişi çalışıyor?" diye sormuştu.
Avrupa masasındakiler biraz da utanarak "9 kişiyiz" dediler.
Portekizli diplomat güldü:
"Bizim bakanlık da 600 kişilik ama, 200'ü Avrupa'yla ilgileniyor".
***
Bu basit karşılaştırma bile Türkiye'nin Avrupa için gideceği daha ne kadar çok yol olduğunu gösteriyor.
Türk bürokrasisi henüz "Avrupa fobisi"ni üzerinden atıp hazırlığa geçemedi. Heyetler yağmaya başlayıp da her gelen yetkili "Kopenhag kriterleri"nden, demokrasiden, insan hakları ve uluslararası hukuktan söz açtıkça Ankara, içine girdiği "işin rengi"ni daha iyi anlıyor.
Helsinki'ye kadar "Hem bize adaylık bile vermiyorsunuz, hem de işimize karışmaya kalkıyorsunuz" argümanına sarılan Türkiye, Helsinki'de adaylığı kesinleşince bu gerekçesini de yitirmiş olmanın şaşkınlığı içinde...
AB uzmanlarının İçişleri'nde, Adalet Bakanlığı'nda verdikleri birifingler, sordukları sorular, hâlâ "teftiş" gibi algılanıyor ve tepkiyle karşılanıyor.
Geçenlerde Dışişleri'nin "Kopenhag kriterleri"yle ilgili olarak Genelkurmay'dan bir grup yüksek rütbeli subaya brifing verdiği haberi kulislere sızdı. Artık Türkiye'nin altına imza attığı yükümlülüklerden "Bizim özel konumumuz var. Komşularımız belalı. İrtica, bölücülük tehlikesi vs." diyerek sıyrılamayacağını askerler de biliyor.
Türkiye hızla bürokrasisini Avrupa'ya göre yeniden yapılandırıp, 100 bin sayfayı aştığı söylenen mevzuat düzenlemelerine girişerek entegrasyon sürecini hızlandıracağı yerde, direnen bürokratlar, Avrupa karşıtı çıkar çevreleri ile siyasilerin çelişkili tavır ve açıklamaları nedeniyle sürekli vakit kaybediyor.
***
Devlet içindeki Avrupa eksenli çatışmanın en önemli göstergelerinden biri, "derinden derine" yaşanan "Leyla Zana krizi" oldu.
Kriz, Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu (KPK) eşbaşkanı Daniel Cohn-Bendit'in, geçen ay eski DEP milletvekili Leyla Zana ile cezaevinde görüşmek istemesiyle başladı. Adalet Bakanlığı bu ziyarete izin vermedi. Bunun üzerine Cohn-Bendit de 3 hafta önce yapılması öngörülen KPK toplantısını erteledi ve Türkiye'ye gelmedi.
Ardından Avrupa Parlamentosu Başkanı Nicole Fontaine, Zana ile görüşme talep etti. O da izin alamayınca TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut'a bir mektup yazarak bu ziyaretin, Zana'yı ödüllendiren Avrupa Parlamentosu için önemini anlattı. Akbulut sert bir cevap mektubuyla Avrupalı meslektaşına cezaevleri yönetmeliğinin ilgili maddelerini hatırlattı ve "Zana'yı ancak 1. derece akrabaları ziyaret edebilir" diye kestirip attı.
Bu yanıt üzerine Avrupa Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günther Verheugen, telefonla Dışişleri Bakanı İsmail Cem'i aradı; Zana'nın Avrupa Parlamentosu temsilcileriyle görüştürülmesi için yardım istedi. Daha önce bazı yabancı heyetlerin Zana'yı ziyaretine izin verildiğini, Avrupa Parlamentosu engellenirse, bunun yanlış anlaşılacağını belirtti.
Krizin büyümesi üzerine İsmail Cem, konuyu Başbakan Ecevit'e götürdü. Ecevit, görüşmenin sağlanması için bir formül bulunmasını istedi.
Ve sonunda şu "komik formül" bulundu:
"Bendit KPK eşbaşkanı sıfatıyla değil, sıradan bir insan olarak Zana'yı ziyaret edebilsin."
***
Bu formül doğrultusunda, Daniel Cohn-Bendit, Leyla Zana ile "resmi sıfatıyla değil, şahsen" görüşmek üzere, iki hafta sonra Türkiye'ye geliyor.
Türkiye bu fuzuli inatlaşmada sadece tutarlılığını ve inandırıcılığını kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda Avrupalılar'a "biraz bastırınca Türkiye'de hem cezaevleri mevzuatının, hem Meclis başkanlarının inadının kırılabileceğinin" de ipucunu verdi.
Şimdi Yıldırım Akbulut'un, o sert cevap mektubunu ne yapacağı ve görüşme taleplerini "Bizde mahkumla sadece 1. dereceden akrabaları görüşebilir" diye reddetmişken Cohn-Bendit'le Leyla Zana arasında nasıl bir akrabalık uyduracağı merakla bekleniyor.