Üçyüzyıl önce saat bilinmiyordu. Akrep ve yelkovanın yorulmaz yolculukları eşlik etmiyordu hayatımıza.
Örneğin Fatih Sultan Mehmet için İstanbul'u fethetmenin saati yoktu.
Hiçbir şey için geç kalmıyordu insanlar üçyüz yıl önce.
Hiçbir menzile erkenden varmıyordu.
İşçilerin vardiyaları saatle sınırlanmamıştı.
Okullarda derslerin süreleri söz konusu değildi.
Binaltıyüzlerde... Nihayet...
Christian Huygens adlı matematik bilgini bir Hollandalı pandüllü saati icat etti.
Ve zaman yaratıldı.
Ancak, akrep ve yelkovan aynı hızla dönmüyordu her yerde.
Daha doğrusu onlar aynı hızla dönse de, hayatın farklı ritimleri zamanın akışını göreceli kılıyordu.
Kimileri daha ağır yaşıyordu zamanı.
Zaman daha ağır akıyordu. San Salvador'da, Frankfurt'la kıyaslandığında.
İnsanların yürüme hızları ülkeden ülkeye değişiyordu.
Newsweek'te yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, ilginç bulgular içeriyordu.
Çeşitli ülkelerde, yayaların sokakta yürüme hızları üzerinde yapılan araştırmalara göre en hızlı yürünen ülkeler şunlardı:
İsviçre, İrlanda, Almanya, Japonya ve İtalya... Amerika altıncı sıradaydı.
Sokakta en yavaş yürüyen insanların yaşadığı ülkelerse şöyle sıralanıyordu:
Suriye, El Salvador, Brezilya, Endonezya. Son sırada ise Meksika vardı.
İklimler kadar, ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi de yürüme hızında belirleyici oluyordu.
Büyüme hızıyla, yürüme hızı neredeyse koşut gidiyordu.
Newsweek'in araştırmasında yer almıyordu ama, Türkiye, büyük olasılıkla bu iki grubun aralarında bir yerdeydi. Yalnızca zamanın hızı değildi ülkelerarası farklar yaratan.
Paris'te bir iş toplantısı için öğleden sonra saat üç diye kesin bir zaman verebilirdiniz.
Burundi'de ise randevularınızı ineklerin yalaktan döndüğü zamana göre ayarlamak zorundaydınız.
Madagaskar'da, en yakın pazar yerine ne kadar zamanda gidebiliriz sorusuna alacağınız yanıt, "Bir tencere pirincin pişmesi için geçecek süre kadar" olacaktı.
Zaman, yalnızca saatlerle değil, takvimlerde de göreceliydi.
Fransız ihtilalinden sonra uzunca bir süre, Fransa'da bir gün 24 saat değil, sadece 10 saatti. Haftalar da 7 gün değil 10 gündü.
Stalin döneminde, Rusya'da bir hafta 5 gündü. Sonra 6 güne çıkarıldı.
Kim daha uzun yaşıyordu o zaman, kim daha genç göçüp gidiyordu dünyadan?
Ömürler de göreceliydi.
Bir ülkede "yüz yaşında gencecik ölüp gitti" diye hayıflanmak mümkünken, bir başkasında "kırk yaşındaydı, vakt-i kerahet gelmişti" demek mümkündü.
Yıllar önce, yine böyle zaman üzerine beyin cimnastiği yaparen, "Refah"lı yılların ne çabuk geçip gittiğini düşünmüştük ve yazmıştık... Bazılarına göreyse bir asır kadar uzun sürmüştü..
Şimdi yeni örnekler zamanı..
Kaç yıldır DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla yaşıyoruz hayatı? Ya da APO'nun yakalanışından, PKK'nın çöküşünden bu yana bir yıl mı geçti bir asır mı?
Zamana dikkat...
Yılların tahribatından çıkmak için ne kadar acele edilirse, kurtulmak o kadar uzun zaman alacak.
Yollarda en hızlı yürüyen İsviçreliler'in yaptığı saatlerle arşınlıyoruz zamanı.
Saate bakın ama, asıl, ara sıra geriye dönüp "mazinizden" ne kadar uzaklaştığınıza da bir göz atın.
Aslolan adımlarınızın ritmini çizen hevesleriniz ve yürek çarpıntılarınızdır.
Yüreğinizin tiktaklarıyla ayarlayın hayatı...