kapat

22.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Avukatlar neden öfkeliymiş

Bugün, önümüzdeki günlerde gündeme gelmesi beklenen F tipi cezaevleri tartışması üzerine bir yazı yazmak niyetindeydim.

Ama sanırım önce, baroların karşı çıktığı şu protokolle ilgili bazı noktaları tekrar ele almak, bu konudaki yanlış anlamaları düzeltmek, sonra konuya devam etmek gerekiyor.

Pazar günkü yazım üzerine İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman aradı...

Sayman dertliydi. Protokolle ilgili basın toplantısının büyük gazetelerin çoğunda yer almamasından ve eleştirilerinin genellikle basına yanlış yansımasından yakındı.

Sayman'ın söylediğine göre, Baroların protokole yönelik eleştirilerinin ağırlık noktası üstlerinin aranma meselesi değil, evraklarının aranması ve "şüphe halinde" el konulmasıydı. Ama basına daha çok, duyarlı kapıların "aşırı duyarlılığına" muhalefet şeklinde yansımıştı.

Sayman, demokrasilerde savunmanın sır saklama yükümlülüğüne çok önem verildiğini; savunma evraklarının inceleme yetkisinin sadece ve sadece mahkemelerde olabileceğini belirtiyor ve şöyle diyordu:

"Düşünün ki, bir infaz memuruna, bir avukatın çantasını açtırıp içindeki evrakları inceleme ve savunmayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi tanınıyor. O infaz memuru, aslında sır olması gereken savunma belgelerini inceliyor ve savunmayla ilgili olmadığına karar verebiliyor. Bu, savunma hakkının ihlali değil midir?"

Evet, bu gerçekten de savunma hakkının ihlal edilmesidir. Ben de zaten mevcut protokol, üst aranması adı altında savunma hakkını kısıtlayıcı uygulamalar getiriyorsa, buna karşı çıkılması gerektiğini üstelik bu konuda geniş bir kamuoyu desteğinin alınabileceğini, ama bu haklı karşı çıkışın "çoraplarımız bile ötüyor" ya da "elle aranmak gururumuzu kırıyor" türü haksız itirazlarla karıştırılmaması gerektiğini yazmıştım.

Sayman, bizim eleştirimizin özü üst-baş araması değildi, diyor ama aramayla ilgili bazı itirazlarını dile getirmeden de geri durmuyor. Yargıçların ya da savcıların üstü aranmazken avukatların böyle didik didik edilmesinin savunmaya yönelik bir güvensizlik belirtisi olarak algıladıklarını ve bundan rencide olduklarını belirtiyor.

Tabii bu noktada ben de, yazımda da belirttiğim itirazı tekrarlıyorum: Eğer cezaevlerinin mevcut halinden, dingonun ahırına dönmesinden rahatsızsak ve sıkı bir denetimi prensipte kabul ediyorsak, burada söylenmesi gereken şey, "neden bizi arıyorsunuz" değil, "neden onları da aramıyorsunuz" dur...

***

Her neyse...

Sonuçta ortada bir yanlış anlama varsa, buna sevinmek gerekir. Çünkü birbirini yanlış anlamak, hiç anlaşamamaktan çok daha iyidir.

Yanlış anlamanın çaresi daha çok konuşmak, daha çok tartışmaktır.

Şimdi önemli olan, Adalet Bakanlığı ile baroların, cezaevlerinin hem güvenliği tehlikeye düşürmeden, hem de savunma hakkını zedelemeden en sağlıklı biçimde nasıl denetleneceği konusunda hemfikir olmaya çalışmasıdır.

Bu bakış açısında hemfikir olunabiliyorsa; yani:

Bakanlığın cezaevinde güvenlik denetimi bahanesiyle savunma hakkını kısıtlamak veya avukatların savunma hakkının kutsallığına sığınarak cezaevi denetimini gevşetmek gibi bir niyeti yoksa...

Sağlıklı bir denetim mekanizması kurulmaması için hiçbir sebep yoktur.

Ama ön şart, niyetin iyi olduğu konusunda karşı tarafı ve kamuoyunu ikna edebilmektir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır