Amerikan güzeli... Ne balon ama!
Elimdeki Guide to Americans (Amerikalılar hakkında rehber) adlı kitapçıkta şöyle diyor;
"Amerika'da evlilik hayat boyu süren bir beraberlikten çok seri halinde yaşanan bir monogamidir. Evliliklerin yarısı boşanmayla sonuçlanır. Özellikle siyasetçiler aile değerlerinden sözetmeyi çok severler ama asıl problem kimsenin bunun ne anlama geldiğini bilmemesidir. Boşanma oranı yarı yarıya, yalnız yaşayanlar nüfusun üçte biri, homoseksüeller ise artık istedikleri yolla çocuk sahibi olabiliyor, Amerika'da son tablo bu!"
Uzun süredir sabırsızlıkla beklenen ve oyuncusu, yönetmeni vs'si dışında "en iyi film" dalında Oscar'a aday gösterilen Amerikan Güzeli filmi de işte bize bu tabloyu anlatıyor.
Aile düzenine isyan eden, anne babaya düşman çocuklar, birbirine düşman karı kocalar, çocuğunun arkadaşını cinsel sorunlarının çözümü gören bir baba, ailesini gözü görmeyen iş budalası bir kadın, homoseksüel bir başka baba ve ayrıca homoseksüel bir çift. Filmde normal tek bir karakter yok. Yani iki saatin sonunda "Bu Amerika'da hiç mi normal insan yok" dedirtecek kadar bunalım bir film.
Filmin yönetmeni Sam Mendes iyi bir tiyatro yönetmeni olabilir ama iş sinemaya gelince, bu filmde özel olarak ne yapmış olduğu kesinlikle tartışılır. Herneyse, kısacası Amerikalılar bu filme "çok iyi" diyorlarsa ben bizim filmlere tek lâf etmem. En azından bizimkiler daha sürükleyicidir bundan.
Filmi yapıyorlar, daha gösterime girmeden bir reklâm kampanyası, bir balon şişiriliyor, filmler her ülkede milyonlarca dolar hasılat yapıyor. Neymiş "sekiz dalda Oscar'a aday"mış. Sheakspeare filminin ve oyuncularının Oscar alması için Hollywood'da ne dolaplar çevrildiğini okuduk. Nitekim Gwyneth Paltrow o filmle Oscar'ı aldı. Peki bu durumda, bir filmin Oscar adayı olması neyi ispatlıyor?
Galiba izleyicinin aptal yerine konduğunu, başka birşeyi değil.
Çocuklar görmemeli
İki aile, Amerikan Güzeli'ni Londra'da izlemek istedik, "18 yaşından küçüklere yasak" filmler sınıfında olduğu için program değiştirmek zorunda kaldık. Burada ise her yaştan çocuğa izin var, çocuğunuzla gidip pişman olmak, saçınızı başınızı yolmak serbest.
Bu filmi 18 yaşından küçüklerin kesinlikle görmemesi lâzım. Büyüklere birşey demiyorum, kararı kendileri versinler.
İsmail Cem sevgisi
Aslında kendisi bunu elde etmek için hiçbir ekstra gayrette bulunmuyor.. Tam aksine son derece mütevazı, sıradan, kalabalıktan biri gibi davranıyor. Herkese aynı mesafede, aynı nezaket ve güler yüzlülükte.. Ama ifadede insanı hemen yakalayan farklı birşeyler var. Olağanüstü samimi, sıcak bir gülümseme, duru ve dürüst bakan mavi gözler.. Konuşurken kesinlikle doğru şeyler söylediğine inandıran zarif, yumuşak bir ses tonu.
Bu tesadüf değil. 21. yüzyılda, tam kökten bir değişime karar verdiği günlerde Türkiye'nin, onun gibi bir dışişleri bakanı (ve daha ilerde de tahminen başbakan veya cumhurbaşkanı, ya da her ikisi birden) olacağı kaderine yazılmış olmalı. O ve ona benzeyen insanlar ortaya çıkacak ve bu ülkenin parlak geleceğini çizecekler.
İşte birkaç akşam evvel Sabancı Center'ı dolduran farklı kesimlerden çok sayıda insan onu izlerken aynı anda bunları hissetmekteydi. Öyle bir mutluluk, huzur dolu bir gülümseme vardı herkesin yüzünde. O akşam İsmail Cem, Türk Kalp Vakfı'nın her yıl Türkiye'ye en çok yararı dokunan birine verdiği "İyi Kalp Ödülü"nü almak için oradaydı. Ve insanların ona sunduğu gözle görülür (neredeyse elle tutulur) sevgi bundan çok daha büyük bir ödül oldu onun için..
Gecenin devamında Cem Mansur yönetimindeki Akbank Oda Orkestrası eşliğinde Suna Kan'ın verdiği konser ve daha sonra orkestranın çaldığı Yeniçeri Senfonisi tek kelimeyle muhteşemdi.
Davetli olup da gidemeyenler varsa bilsinler ki her anı ayrı bir tatla geçen nefis bir geceyi kaçırdılar...
İnsana gelecek için pırıl pırıl duygular bahşeden bir başka geceyi!
Botox çılgınlığı
Prof. Dr. Onur Erol'un yeni hazırlattığı, estetikte son ilmi gelişmeleri içeren kitapçığı okuya okuya bitiremedim. Öyle ilginç ki düşünün artık her türlü yaşlanma sorununa çare bulunmuş. Bu buluşları uygulayanlar bundan böyle hiç yaşlanmayacaklar. Onların yaşlandığını ancak öldükleri zaman anlayabileceğiz.
Horoz ibiğinden elde edilen "hyoluronik asit" enjeksiyonundan, Lpg cihazı ile deri yenilemesine, yüzdeki kalıcı izlerin yok edilmesinden, kaş asmaya, lazerle kırışık gidermeden, yüzde "lipofilling"e kadar akla hayale gelmedik ne icatlar.. Bir saat içinde yenilenip, gençleşip çıkıyorsunuz.
Buluşlar arasında en önemlisi ve şu anda Türkiye'de de Amerika ve Avrupa'daki kadar çılgınlık haline gelmiş olanı ise Botox. Kaşların arası, alın ve göz kenarındaki kaslar, anesteziye gerek duyulmadan enjekte edilen bir ilaçla dondurularak kırışıklar yok ediliyor. Mimik yapamadığınız için isteseniz de kaşlarınızı çatamıyor, suratınızı ekşitemiyorsunuz. Yani sizin için olduğu kadar çevreniz için de yararlı.
Bugünlerde herkes Botox'a koştuğu için yakında asık yüzlü kimsenin kalmayacağını düşünüyorum.
Bilim adamları zoraki mutluluğun da çaresini buldular, ne müthiş değil mi?