kapat

22.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Hey gidi eski lokantalar!
Edebiyatçıların gözde mekanı Merdivenli Meyhane'nin yeri istimlak edilmiş. Eski güzellikleri hatırlayınca insanın burun direği sızım sızım sızlıyor...

Tahtakale'de en büyük mesele yürüyebilmek. Hammallardan, işportacılardan yol bulabilirseniz alışveriş keyfini yaşayabilirsiniz.

GEÇEN hafta Eminönü-Sirkeci dolayları izlenimlerimle başınızı ağrıtmış, lafın ucuna da düğüm atamamıştım. Müsadenize sığınarak aynı bahse bu hafta da devam etmek istiyorum.

Efendim, Eminönü'nün hayhuyundan Mısır Çarşısı'nın nispeten asude, huzurlu ortamına kendimi nasıl attığımı arzetmiştim. Mısır Çarşısı'ndan bu defa, Tahtakale istikametinde gürültü patırtıya, kalabalığa çarnaçar yeniden çıktık; duhul olduk. Tahtakale, malumualiniz bir alem. Öyle bir çark dönüyor ki kelimelerle ifadesi mümkün değil. Kırtasiye, oyuncak, hediyelik eşya, plastik mamuller, efendime söyleyeyim bu gibi eşya çerçevesinde akla her ne gelirse Türkiye'nin ihtiyacı bu Tahtakale'den görülüyor. Daracacık, kargacık burgacık sokaklardaki irili ufaklı binlerce dükkanda öyle muazzam bir ticari faaliyet sürüp gidiyor ki, insan hayretler içerisinde kalıyor. Tahtakale ticareti dükkancı esnafıyla sınırlı değil. Buna ilaveten sokaklar işportacı tezgahı kaynıyor. Sun'i tuzdan köpüren aspirine, cep telefonundan çakmağa, elektrikli hesap makinesinden şemsiyeye kadar her ne ararsanız bu işporta tezgahlarında envai çeşidini bulabiliyorsunuz. Tabii adım atabilirseniz.

YÜRÜMEK ZOR
Tahtakale'de en büyük mesele, yürüyebilmek. "Desduur!" diye bağırarak sırtlarında dünyayı taşıyan hammallardan, işporta tezgahı barikatlarından geçit bulup yürüyemiyorsunuz ki, alışverişin keyfine varabilesiniz.

Ne ise efendim, bir kerre girmiş bulunduğumuz o keşmekeş içerisinde sendeleye tökezleye yol almaya savaşırken bir de baktım, işporta tezgahlarının birinin başında bir sürü insan toplanmış. Merak bu ya, ben de sokulup bir göz attım. Tezgahın üzerinde, hani o yuvarlak madeni levha üzerindeki filmlerden. Allah ömür versin, bizim torunun bazen bunlardan çocuk filmleri seyrettiğini biliyorum. Burada fiyatlar çok ehven. Bari toruna bir-iki çocuk filmi alayım diye düşündüm, kalabalığın üzerinden uzanıp satıcıya seslendim:

"Yavrum çocuk için filmlerin var mı?"

Herkes dönüp bana bir tuhaf baktı. Bıçkın satıcı, "Çocuk kaç yaşında beybaba?" diye sordu.

"Vallahi 7-8 yaşlarında, evladım."

Herkesde bir kıkırdaşma, fıkırdaşma...

"Yok beybaba, bizim miki filmleri sana yaramaz."

MEĞERSE NEYMİŞ
Yavaştan yavaştan benim de tepem atmaya başladı. Kaşımı çatıp, "Sen nereden biliyorsun yaramayacağını evladım! Miki filmi değil mi bu? Neden yaramasın?. Sen hele bir göster bakalım, nelerin var..."

Bu sefer kıkırdaşmalar, aleni kahkahaya dönüştü. Aaaa! Bu köftehorlar benimle açıktan açığa eğleniyorlar. Tam bayramlık ağzımı açıp hadlerini bildirecektim ki, orta yaşlı bir zat kolumdan tuttu, beni kenara çekti:

"Amcabey," dedi, "Bunlar kadınlarla erkekleri uygunsuz vaziyette gösteren terbiyesiz filmlere miki filmi derler. Bu tezgahlar size yaramaz. Siz en iyisi bunlardan uzak durun."

Şimdi anlaşıldı kerataların fıkırdaşmalarının, kahkahalarının sebebi. Bu sefer benim kendi kendime gülmem geldi; yahu, kimbilir o cellalenmelerimden, israrımdan nasıl bir mana çıkardılar... Tuu, gördünüz mü yediğim haltı?

Neyse efendim, oradan hemen uzaklaştım, o hicapla soluğu yenibaştan nasıl Eminönü'nde aldığımı ben de farketmedim.

BALIK-EKMEK MESELESİ
Vakit öğlene doğru; hafiften karnım acıklamaya başlamış. Eminönü rıhtımında başlarına kıçlarına ağaçtan oymalar taktırıp kendilerine "saltanat kayığı" süsü vermiş salapuryalarda balık-ekmek satılıyor. Şeytan, "Yahu Müşfik, al şuradan yarım ekmek içerisine bir dilim palamut, yanında da efendime söyleyeyim, ala kuru soğan, afiyetle ye! Çocuklaş ayol biraz!" dedi. Bu sese uydum, balık-ekmek sandallarından birine doğru yürüdüm. Fakat burnuma gelen ağır kokular, hevesimi kırmaya başladı. Bu kokular, sandallarda satılan balıkların ne kadar zamandır karada oldukları hususunda pek emniyetli sinyaller vermiyordu. Sonra biraz sokulup, balıkların kızartıldığı yağın renk ve kıvamını da görünce, kendi kendime, "Müşfik oğlum, sen iyisi mi vazgeç bu sevdadan" dedim; yürüyüp gittim.

NE LOKANTALARDI!
Efendim, Sirkeci ve Eminönü taraflarında fazla değil 30-35 yıl öncesine kadar İstanbul'un en itibarlı bazı lokantaları, efendime söyleyeyim, meyhaneleri bulunurdu. Mısır Çarşısı'ndaki Pandeli'den geçen hasbıhalimizde bahsettik. Mesela Ali Bey'in işlettiği İstanbul Lokantası ile aynı adı taşıyan tarihi otelin altındaki Meserret Lokantası bunlardan ikisi idi... Ki, bu iki lokantanın temizliği, müşterilerinin kalitesi, yemeklerinin lezizliği ile İstanbul'daki pek az lokanta boy ölçüşebilirdi. Bunlar, ne bileyim ben, Paris'in Şanzelize'sinde, büyük edip Honore de Balzac gibi efsanevi gurmelerin müdavimi olduğu "Cafe de Pays" gibi restoranlara mümasil yerlerdi. Öyle üstü başı düzgün olmayan, hırpani kılıklı kimseler, değil içeri girmek, bu lokantaların kapısının önünden birle alarga geçerdi. Bu lokantaların her zaman sakız gibi bembeyaz ve kolalı masa örtüleri bile insana saygı telkin ederdi. Sonra yine Sirkeci'de, şimdiki otobüs durakların arkasında eski Konyalı Lokantası vardı ki, yemeklerinin lezizliği dünya çapında dillere destandı. Konyalı şimdi galiba Topkapı Sarayı'nın içinde daha ziyade yabancı turist gruplarına hitap eden fazla bir lokanta açmış. Sirkeci'de ise, ayaküstü börek-çörek yenen büfe irisi bir yerle idare ediyor.

MERDİVENLİ DE YOK
Sonra efendim, hani bir zamanlar saldırıya uğrayıp yağmalanan Sirkeci'deki Tan Matbaası'nın yerinde daha bir-iki yıl öncesine kadar hizmet veren Merdivenli Meyhane vardı. Burası da Melih Cevdet Anday, Ahmet Oktay, Refik Durbaş gibi edebiyatçılarımızın pek sevdiği, haftanın belirli günlerinde biraraya gelip bir-iki duble öğle rakısı parlattıkları salaş, ama eli yüzü düzgün, nezih bir mekandı. Binası istimlak edilmiş; şimdi o da yok. Hülasa eski güzelliklerin yerinde yeller esiyor. Onları hatırladıkça insanın burnunun direği, sızım sızım sızlıyor.

LAHMACUN KOKUSU
Sirkeci ve Eminönü'nde eskiden mis gibi muhallebiler, sütlaçlar, su muhallebileri, kazandibiler, efendime söyleyeyim zerdeler yapan, tertemiz, pırı pırıl dükkanlar vardı. Kıymalı, peynirli, ıspanaklı böreklerinin tadına doyulamayan börekçiler vardı. Hepsi geçip gitti; yerlerini lahmacuncu dükkan ve büfelerinin soğan kokularına bıraktılar. İnsan pek üzülüyor; ama elden ne gelir!

Ne ise efendim, benim Adliye tarafındaki randevu saatim de yaklaştı. Sirkeci'den tramvaya binip "Ver elini Sultanhmet!" dedim.

Sirkeci, Eminönü, Sultahnahmet, velhasıl şu kadrini-kıymetini bilmediğimiz aziz İstanbul anlatmakla, yazmakla biter mi a efendim? Bendeniz ilerideki hasbıhallerimizde yine aziz İstanbul üzerine dertleşmek temennisiyle söze bugünlük burada nokta koyuyorum. Kalınız sıhhat ve afiyetle, efendim.

Müşfik İSTANBULLU


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır