Türkiye, 200 yıllık Batılılaşma rüyasının en sağlam, en etkileyici vizesini dün Avrupa Birliği'nin Helsinki Zirvesi'nde aldı.
Hayırlı olsun.. Hayırlı olacaktır.
Türkiye'nin üye adaylığını resmen teyit eden taslak metinde Kıbrıs sorununa ve Lahey Adalet Divanı'na atıfta bulunan paragraflar, ilk anda bu kararın coşkulu bir memnuniyet ile karşılanmasını önledi.
Ankara'da gergin saatler yaşandı.
Aslında bu atıflar, Türkiye'ye dayatılan şartlar olarak değil, genel ilke niteliği taşıyan görüşler biçiminde formüle edildi.
1. AB Kıbrıs sorununun çözümüne destek olacak, fakat çözümsüzlük, Kıbrıs Rum kesiminin AB'ye tam üyeliğine engel sayılmayacak;
2. Aday ülkelerin aralarındaki ve AB ülkeleriyle ilgili sorunları kendi aralarındaki diyalogla çözülecek, olmazsa AB Konseyi, taraflardan Lahey Adalet Divanı'na başvurulmasını isteyebilecek.
Ankara'yı asıl duraksatan, Kıbrıs'la ilgili karar oldu. Ama bu sorunun çözümünde üye adayı bir Türkiye, Avrupa'nın dışında kalmış bir Türkiye'den daha avantajlıdır.
Türkiye'nin red cevabı, Helsinki Zirvesi'nde alınmış olan kararı yürürlükten kaldırmayacaktır. En önemlisi de Türkiye'nin üyeliğinden sonra bütün bu sorunlar anlamını kaybedecektir.
Avrupa Birliği Türkiye'nin adaylığını bir zirve kararı olarak çıkararak iyi niyetini göstermiştir. Daha önceki eleştirel, hatta aşağılayıcı tavrını terketmiş, Türkiye'ye büyük ve saygın bir ülke olarak yaklaşmıştır.
Bu tutum, AB'nin artık Türkiye'yi içine alma iradesi kazandığını gösteriyor.
Biz, tam üyeliğin 20-30 yıl alacağına dayanan ilk tahminlerin geçerliliğini yitirdiğini, en çok on yıl içinde hedefe varmayı sağlayacak iklimin doğduğunu düşünüyoruz.
Türkiye'nin Yunanistan'la birlikte AB'ye girmesi fırsatını harcayan Ecevit'in, ikinci bir hata yapma lüksü bulunmuyor.
Bu ülke, çağdaşlığı getirecek değişim ve aydınlanmayı özlemle bekliyor.
Vuslat, bizim kuşağa nasip olacak!
İlâçlar acı ama şifa vaat ediyor.
Enflasyon içinde orta sınıfını kaybeden ülke, büyüyen zengin-fakir uçurumunun, içinde barındırdığı felâketlere sürükleniyordu.
Bu program, enflasyonun düşürüleceğini, artık boş bir vaat olmaktan çıkarıp siyasi bir kararlılığa dönüştürmüştür.
Artık dolandırılmayacağız.
Katlanacağımız fedakârlık boşa gitmeyecek, meyveleri katlanarak bize dönecektir.
Tabii bunun ilk ve temel şartı, iktidarın doğruyu yaptığına önce kendisinin inanması..
Ve halkta umut ve güven uyandırması.
Bu duygu, "Büyük risk alıyoruz" diyen Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın yaklaşımı ile yaratılamaz.
İktidar riskleri değil, başarının getirilerini düşünmek zorundadır. Halkı bu mücadeleye başka türlü katamaz.
Savaşları risk hesapları değil, zafer inancı kazanır. İktidar bu inancı yansıtmalı ki halkı da yanına alabilsin!